Öne çıkan

“Avukatlık Sanatı” Programı Başladı

2019 yılı verilerine göre Türkiye’deki avukat sayısı 145.000’i, hukuk okuyan öğrenci sayısı ise 80.000’i geçmiş durumda. Sadece İstanbul Barosuna 2019 yılında kayıt olan avukat sayısı 5.000’e yakın. 2024 yılında beklenen avukat nüfusu 220.000 olarak belirlendi.

Bu açıdan bakıldığında, 10-15 yıl öncesinde stajyerler ile yeni mesleğe başlayan meslektaşlar, usta-çırak ilişkisi çerçevesinde mesleki tecrübe kazanacakları avukatların yanında çalışıp, avukatlık mesleğini öğrenebiliyorken, artan sayı karşısında şimdiki genç meslektaşlar ve adaylar ne çalışacak bir yer bulabiliyorlar, ne de staj yapacak bir büro, hatta kağıt üzerinde dahi stajını onaylatacak büro bulmakta zorlanıyorlar.

Bu nedenle 2019 yılında haftanın bir günü ofisimde, bir günü ise adliyede olmak üzere alternatif bir staj eğitim programı başlatmıştım. Bu programda genç meslektaş adaylarına Avukatlık Mesleğinin nasıl yapılması gerektiğini, etik kuralları, müvekkil ilişkilerini, ikna psikolojisini, ofis düzeni ve büro yönetimini, ücret politikasını, ne zaman ve nasıl büro açılması gerektiğini, bağlı çalışma-serbest çalışma avantaj ve dezavantajlarını anlatıp elimden geldiğince yol gösterici olmaya çalışmıştım.

Pandemi nedeniyle ara vermek zorunda kaldığım programı, Avukat Hakları Grubu‘nun desteğiyle ve yayın ortağım Av. Halime Albayrak Akdevici’nin de katkısı ile online platforma taşıma kararı aldık. Youtube, Twitter, Facebook, İnstagram vb platformalardan canlı yayınlanan programımızda; her hafta “Usta – Öğretici Avukat” olarak bildiğimiz meslek büyüklerimizi davet ederek gençlere bir yol gösterici ile meslek hayatında nasıl yol alabileceklerini öğretmeye, göstermeye çalışıyoruz.

İlk programımızı benim mesleğe başlarken rol model olarak kabul ettiğim, gençlere bilgilerini paylaşma konusunda çok cömert olan Av. Mehmet Gün ile yaptık. Çok verimli ve güzel geçen programın izlenme sayısı da bizi çok mutlu etti. Gençlerin bu konudaki talebini çok iyi fark ettik ve bundan sonra her hafta bir “Usta – Öğretici Avukat” eşliğinde gençlere ışık olmaya ve yol göstermeye devam edeceğiz.

Programı beğenir ve devamının gelmesini isterseniz bizlere yorum bırakarak hangi soruların sorulmasını istediğinizi, kimleri programda konuk olarak görmek istediğinizi iletebilirsiniz.

Sevgilerle,

Av. Akın CEYLAN

Dikkat!!! Dolandırılmayın

Yeni Kurbanlar Avukatlar

Kendilerini Hakim Savcı olarak tanıtıp terör operasyonunda isminiz geçti diyerek yıllardır insanlar dolandırılıyor. Çöp kutularına para bırakanlar, evini satıp dolandırıcıya verenler, ıssız köşelerde dolandırıcılarla devlet görevlisi sanıp altınlarını teslim edenler hala hafızalarda. Yıllarca haberleri yapıldı, emniyet SMS gönderdi, uyardık ama insanlar hala akıllanmadı. Şimdi de avukatların isimleri kullanılarak aynı senaryolar yeniden yaşanıyor.

Yasa dışı bahis sitesinde kaydınız var!!!

Yeni yöntem ile yasa dışı bahis sitesine kaydı olanları (sitelerin verilerini ele geçirerek) tespit edip, önce “postaneden arıyoruz tebligatınız var” demek suretiyle kandırıyorlar.

Ne tebligatı diye sorulduğunda bir avukat ismi söyleyip, benim de ismim kullanıldığı için örneklersek “Eslem Hukuk Bürosu – Avukat Akın Ceylan’dan gelmiş” veya “MASAK mali suçlar bürosundan gelmiş” diyerek insanları telaşa sokuyorlar. Herhangi bir yere gitmemeleri için çok kısa bir süre verip 10-15 dakika içinde adliyeye gelmezseniz ceza çıkacak diyorlar. Daha sonra farklı bir numara arayıp kendini Avukat Akın Ceylan olarak tanıtıp “Ben adliyedeyim, ücreti öderseniz hemen itirazı mahkemeye veririz, kurtulursunuz, bir kaç dakikanız kaldı” vb sözlerle kandırıp, kısa zaman aralığında vatandaşın panik ve telaş duygularından yararlanıp, ismini kullandıkları avukatla hiç alakası olmayan birinin hesabına para göndermelerini istiyorlar.

Böyle bir telefon aldığınızda hemen ödemek yerine önce bahsettikleri avukatı arayın!

Vatandaş akıllı ise dolandırıldığını anlıyor göndermiyor, telefonu kapatıp o avukatı arıyor ve teyit alıyor. Yasa dışı bir iş yapmış olmaktan korkan ve paniğe kapılanlar ise önce parayı hiç tanımadıkları kişiye gönderiyorlar, sonra telefonları engellenince avukat sandıkları kişiyi internette arayıp bulmaya ve iletişim kurmaya çalışıyorlar. Benim adımı kullanıp dolandırıcılık yapanlar nedeniyle bugüne kadar 2 ayda 60’tan fazla telefon aldım. Neyse ki çoğu şüphelenip ödeme yapmadan önce arayıp soruyor. Ben de insanlar mağdur olmasın diye normalde tanımadığım numarayı açmazken artık tanımadığım her numarayı hemen cevaplıyorum ki bir dolandırıcılığa daha mani olabileyim.

Adalet Bakanlığı Mali Suçlar Araştırma Bürosu

Alttaki görselden görüleceği üzere, Adalet Bakanlığı’nı da olaya katıyorlar. Ortalama vatandaşlar bu evrakı görünce böyle evrak mı olur diyor, ama ortalama altında kalanlar bu evrakı görünce daha çok korkup hemen ödeme yapmaya koşuyor. Yani okumanın bile zor olduğu bu evrakın bir resmi kurumdan geldiğine inanmak gerçekten zor olmalı ama korku halindeki insanlar buna dahi inanıyor. Dolandırıcılar da daha ne kadar saçma bir yazı yazarak para almaya devam edebiliriz diye eğleniyor olmalılar. Görüldüğü üzere burada benim ismim ve Baro sicil numaramı da kullanmışlar, bir de arabulucu olmadığım hatta karşı olduğum halde arabulucu sıfatını eklemişler.

Dolandırılanlar Arasında Milletvekili Danışmanı da Var Günlük Temizlik İşleri Yapanlar da

Arayanlar arasında çoğunluk yeni atanmış uzman çavuşlar, subaylar ve polisler. Yasa dışı bahis sitesine katıldıkları öğrenilince mesleklerine zarar gelecek korkusuyla hemen para da gönderiyorlar. En ilginç iki mağdurdan birisi Milletvekili Danışmanı. Hemen şikayetçi olmasını söylediğimde “Ben bu tuzağa nasıl düştüm, nasıl anlatırım, bir de milletvekili danışmanıyım, kimseye söyleyemem, bir bardak soğuk su içeyim.” dedi. Diğer ilginç mağdur ise günlük temizlik için evlere giden bir kadın. Oğlu bahise işlerine bulaşmış, siteye girdiği telefon numarası annesi üzerine olunca kadını aramışlar, çok korkmuş kredi çekip 22 bin TL yatırmış dolandırıcılara. Bu kadın iş davası, boşanma davası için gerçek avukata gitse bu paraları kesinlikle vermezdi.

Dikkatli Olun, Avukatlar Kişileri Arayıp Para İstemezler

Öncelikle avukatlar yukarıdaki örnek mektuptaki gibi kötü bir içerik hazırlamazlar. Böyle uydurma kanun maddeleri kullanmazlar. Paranın dosyaya yatırılmasını isterler ve parayı yatır diyen avukat kendi hesabını verir. Hiç tanımadığınız insanlara güvenip para göndermeyin, böyle bir arama alırsanız tanıdığınız bir avukata danışın, avukat olduğunu söyleyerek arayan kişiyi internette araştırın, baro levhasından telefonuna ulaşıp bizzat kendisini arayın. Aksi halde yıllarca giden paranın peşinde koşarsınız.

YARGITAY İÇTİHADI BİRLEŞTİRME BÜYÜK GENEL KURULU KARARI – KARŞI TARAFIN AVUKATI LEHİNE HER İKİ TARAFIN MÜTESELSİL OLARAK ÖDENMESİNDEN SORUMLU OLACAĞI AVUKATLIK ÜCRETİ KAPSAMINA AKDİ VEKÂLET ÜCRETİNİN DÂHİL OLMAYACAĞI

YARGITAY

İÇTİHADI BİRLEŞTİRME BÜYÜK GENEL KURULU

Esas Numarası: 2017/6

Karar Numarası: 2018/9

Karar Tarihi: 05.10.2018

Resmi Gazete Sayısı: 20.03.2019

Resmi Gazete Tarihi: 30720

KARŞI TARAFIN AVUKATI LEHİNE HER İKİ TARAFIN MÜTESELSİL OLARAK ÖDENMESİNDEN SORUMLU OLACAĞI AVUKATLIK ÜCRETİ KAPSAMINA AKDİ VEKÂLET ÜCRETİNİN DÂHİL OLMAYACAĞI

Ücret Dolayısıyla Müteselsil Sorumluluk Hâllerinden Olan “Sulh veya Her Ne Suretle Olursa Olsun Taraflar Arasında Anlaşma İle Sonuçlanan ve Takipsiz Bırakılan İşlerde” Karşı Tarafın Avukatı Lehine Her İki Tarafın Müteselsil Olarak Ödenmesinden Sorumlu Olacağı – Avukatlık Ücreti Kapsamına Avukat İle İş Sahibi Arasında Yapılan Ücret Sözleşmesine Göre Avukata Ödenmesi Gereken “Akdi Vekâlet Ücretinin” Dâhil Olmadığı

Özeti: Avukatlık Kanunu’nun 165. maddesinde düzenlenen “ücret dolayısıyla müteselsil sorumluluk” hâllerinden olan “sulh veya her ne suretle olursa olsun taraflar arasında anlaşma ile sonuçlanan ve takipsiz bırakılan işlerde” karşı tarafın avukatı lehine her iki tarafın müteselsil olarak ödenmesinden sorumlu olacağı avukatlık ücreti kapsamına avukat ile iş sahibi arasında yapılan avukatlık ücret sözleşmesine göre avukata ödenmesi gereken akdi vekâlet ücreti dâhil değildir.

I. GİRİŞ

A. İÇTİHATLARI BİRLEŞTİRME KONUSUNDAKİ BAŞVURULAR

Av. ….. 30.06.2016 tarihli dilekçesi ile 1136 sayılı Avukatlık Kanunu’nun 165. maddesindeki “İş sahibinin birden çok olması hâlinde bunlardan her biri, sulh veya her ne suretle olursa olsun taraflar arasında anlaşmayla sonuçlanan ve takipsiz bırakılan işlerde her iki taraf avukat ücretinin ödenmesi hususunda müteselsil borçlu sayılırlar.” şeklindeki düzenlemeye bakıldığında her iki tarafın sorumlu olacağı avukatlık ücretinin kapsamı konusunda bir açıklık bulunmadığını, anılan hüküm uyarınca her iki tarafın müteselsilen sorumlu olacağı avukatlık ücretinin yargılama gideri olarak karşı tarafa yükletilen avukatlık ücreti mi, yoksa iş sahibi ile vekil arasında sözleşme ile belirlenen akdi vekâlet ücreti mi olduğu, ya da her ikisini birden mi kapsadığı hususunun belirsiz olduğunu, bu hususta Yargıtay 4. ve 13. Hukuk Daireleri tarafından verilen kararlar arasında çelişki bulunduğunu belirterek görüş aykırılıklarının içtihatların birleştirilmesi yoluyla giderilmesi isteminde bulunmuştur.

Emin Özdemir tarafından sunulan 11.09.2017 tarihli dilekçede de; Avukatlık Kanunu’nun 165. maddesinin uygulanmasında her iki tarafın müteselsilen sorumlu olacakları avukatlık ücretinin kapsamı konusunda Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, Yargıtay 3. Hukuk Dairesi ve 13. Hukuk Dairesinin kararları ile Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin kararları arasında aykırılık bulunduğu belirtilerek, bu görüş aykırılığı konusunda 2797 sayılı Yargıtay Kanunu’nun 45. maddesi uyarınca içtihatların birleştirilmesi istenilmiştir.

Turkuvaz Haberleşme ve Yayıncılık A.Ş. vekilleri Av. ….., Av. ….., Av. ….. ve Av. ….. tarafından sunulan 27.02.2018 ve 14.03.2018 tarihli dilekçeler ile de Avukatlık Kanunu’nun 165. maddesine göre her iki tarafın müteselsil olarak ödenmesinden sorumlu olacağı avukatlık ücretinin kapsamı hakkında Yargıtay 4. Hukuk Dairesi ile 13. Hukuk Dairesinin kararlarının birbirine aykırı olduğu belirtilerek, görüş aykırılığının Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin kararları esas alınarak giderilmesi talep edilmiştir.

B.YARGITAY BİRİNCİ BAŞKANLIK KURULUNUN KARARI VE İÇTİHADI BİRLEŞTİRMENİN KONUSU

Yargıtay Birinci Başkanlık Kurulunun 11.05.2017 tarihli ve 166 sayılı kararı ile;

Avukatlık Kanunu’nun 165. maddesinde düzenlenen “ücret dolayısı ile müteselsil sorumluluk” kapsamında karşı tarafın da sorumlu olacağı “avukatlık ücreti” nin mahiyeti bakımından 4. Hukuk Dairesi ile 13. Hukuk Dairesi tarafından verilen kararlar arasında görüş aykırılığı bulunduğu sonucuna varıldığından; bu aykırılığın İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurulunca giderilmesi gerektiğine, görüşme tarihi daha sonra Birinci Başkanlıkça belirlenmek üzere, raportör üye olarak Hikmet Kanık’ın görevlendirilmesine karar verilmiştir.

Yargıtay Birinci Başkanlık Kurulunun 26.02.2018 tarihli ve 72 sayılı kararı ile de; konularının benzerlik göstermesi nedeniyle Emin Özdemir imzalı 11.09.2017 tarihli içtihadı birleştirme başvurusunun Av. …. imzalı 30.06.2016 tarihli içtihadı birleştirme başvurusuyla birleştirilmesine karar verilmiş, aynı konuyu kapsayan Av. …. ve Av. ….. imzalı 15.03.2018 havale tarihli dilekçe de bahsi geçen talep ile birleştirilmek üzere gönderilmiştir.

Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında, içtihadı birleştirmeye konu uyuşmazlığın Avukatlık Kanunu’nun 165. maddesinde düzenlenen ücret dolayısıyla müteselsil sorumluluk kapsamında karşı tarafın sorumlu olacağı avukatlık ücretinin mahiyetine ilişkin olmakla birlikte, belirlenen bu konunun gerçek ihtilafı saptamaya yeterli olmadığı ileri sürülmüş, yapılan değerlendirme sonucunda içtihadı birleştirme konusunun “Avukatlık Kanunu’nun 165. maddesinde düzenlenen “ücret dolayısıyla müteselsil sorumluluk” hâllerinden olan “sulh veya her ne suretle olursa olsun taraflar arasında anlaşma ile sonuçlanan ve takipsiz bırakılan işlerde” karşı tarafın avukatı lehine her iki tarafın müteselsil olarak ödenmesinden sorumlu olacağı avukatlık ücreti kapsamına avukat ile iş sahibi arasında yapılan avukatlık ücret sözleşmesine göre avukata ödenmesi gereken akdi vekâlet ücretinin girip girmediği” şeklinde belirlenmesine, birinci toplantıda üçte ikiyi aşan çoğunlukla karar verilmiştir.

C. İÇTİHAT AYKIRILIĞININ GİDERİLMESİ İSTEMİNE KONU KARARLAR

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Kararları

07.11.2012 tarihli ve 2012/13-218 E., 2012/759 K.

29.03.2017 tarihli ve 2017/13-772 E., 2017/564 K.

Yargıtay 3. Hukuk Dairesi Kararları

19.01.2009 tarihli ve 2008/21276 E., 2009/9 K.

26.09.2011 tarihli ve 2011/9308 E., 2011/13607 K.

14.03.2012 tarihli ve 2012/1999 E., 2012/6771 K.

Yargıtay 4. Hukuk Dairesi Kararları

29.01.2015 tarihli ve 2014/3149 E., 2015/1190 K.

19.02.2015 tarihli ve 2014/5696 E., 2015/1801 K.

30.06.2015 tarihli ve 2015/5285 E., 2015/8861 K.

13.01.2016 tarihli ve 2015/2525 E., 2016/299 K.

06.04.2016 tarihli ve 2015/5783 E., 2016/4593 K.

25.05.2017 tarihli ve 2017/690 E., 2017/3270 K.

Yargıtay 13. Hukuk Dairesi Kararları

06.12.2011 tarihli ve 2011/2217 E., 2011/18142 K.

26.06.2012 tarihli ve 2011/14007 E., 2012/16661 K.

05.02.2013 tarihli ve 2012/5183 E, 2013/2304 K.

12.09.2013 tarihli ve 2013/16282 E., 2013/21326 K.

10.06.2014 tarihli ve 2013/23299 E., 2014/18539 K.

25.02.2015 tarihli ve 2014/14383 E., 2015/5900 K.

11.06.2015 tarihli ve 2014/12481 E., 2015/19258 K.

28.06.2016 tarihli ve 2015/22054 E., 2016/15710 K.

08.12.2016 tarihli ve 2015/10952 E., 2016/22981 K.

D. HUKUK GENEL KURULU VE DAİRELERİN GÖRÜŞ ÖZETLERİ

1. Akdi Vekâlet Ücretinin İş Sahibi ile Karşı Tarafın/Hasmın Müteselsil Sorumluluğu Kapsamına Girdiği Yönündeki Görüşler:

a. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun Görüşü:

“…Belirtilen konuda Hukuk Genel Kurulunun 07.11.2012 gün ve E:2012/130-218, K:2012/759 sayılı ilamına atıf yapıldığı anlaşılmaktadır. Anılan ilamın incelenmesinde… Hukuk Genel Kurulunca “1136 sayılı Avukatlık Kanunu’nun 165. maddesinin, mahkeme içi ve mahkeme dışı sulh ayrımı yapılmaksızın sulh ile sonuçlanan işlerde her iki tarafın avukatlık ücretinin ödenmesi hususunda müteselsil borçlu sayılacaklarını hükme bağladığı, ödenecek ücretin hem avukatın vekil eden ile yaptığı sözleşmede belirli ücreti ve hem de yargılama gideri olan ve mahkemece Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi uyarınca karşı tarafa yükletilecek olan vekâlet ücretini kapsadığı, aynı ilkelerin Hukuk Genel Kurulunun 10.03.1982 gün ve E:4-1468, K:259; 22.06.1983 gün ve E: 1980/4-2329, K: 1983/699 sayılı ilamlarında da benimsendiği”,

Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 2014/3149 E., 2015/1190 K., 2015/5783 E., 2016/4593 K, 2015/2525 E., 2016/299 K. ve 2014/5696 E., 2015/1801 K. sayılı ilamlarında “Avukatlık Kanunu’nun 165. maddesi uyarınca; her iki tarafın müteselsilen sorumlu olduğu avukatlık ücretinin, davanın kazanılması ya da takibin sonuçlanması hâlinde, yargılama gideri olarak hasma tahmil edilecek olan ücret olduğunun, davacının kendi müvekkili ile arasındaki vekâlet ilişkisine göre hak ettiği akdi vekâlet ücretinden, bu ilişkinin dışında bulunan davalının sorumlu tutulamayacağının Avukatlık Kanunu’nun 165. maddesinin, vekâlet ilişkisine göre alınacak ücreti kapsamadığının” ifade edildiği,

Yargıtay 13. Hukuk Dairesinin 2012/5183 E., 2013/2304 K., 2014/14383 E., 2015/5900 K., 2013/23299 E., 2014/18539 K. sayılı ilamlarında “Avukatlık Kanunu’nun 165. maddesi gereğince dava sulh ile sonuçlandığında avukatın müvekkilinden aralarındaki ücret sözleşmesinde kararlaştırılan miktarı isteyebileceği gibi davada sulh olunan miktara göre karşı tarafa yükletilen vekâlet ücretini de isteyebileceğinin, müteselsil sorumluluk gereğince aynı sorumluluğun, müvekkil ile sulh olan karşı taraf için de geçerli olduğunun, avukatla müvekkil arasında ücret sözleşmesi bulunmaması hâlinde ise, müvekkilin ve müvekkille sulh anlaşması yapan hasmın, sulh olunan miktar üzerinden. Avukatlık Kanunu’nun 164/son maddesinde düzenlenen (hasma tahmili gereken) vekâlet ücretinden ve 164/4 maddesinde düzenlenen (müvekkilin avukatına ödemesi gereken) vekâlet ücretinden müteselsilen sorumlu olduklarının” ifade edildiği belirtilerek,

Yargıtay 4. Hukuk Dairesi Başkanlığı ile Yargıtay 13. Hukuk Dairesi Başkanlığı ve Hukuk Genel Kurulu kararları arasında içtihat aykırılığı olduğu anlaşılmakla, içtihatların birleştirilmesinin uygun olacağı” bildirilmiştir.

b. Yargıtay 3. Hukuk Dairesinin Görüşü:

“Avukatlık Kanunu 165. maddesi 4667 sayılı Kanun ile 2001 yılında yapılan değişiklikten önce “İş sahibinin birden çok olması hâlinde bunlardan her biri, sulh ile sonuçlanan işlerde ise her iki taraf avukatlık ücretinin ödenmesi hususunda müteselsil borçlu sayılırlar.” şeklinde iken, değişiklikten sonra “İş sahibinin birden çok olması hâlinde bunlardan her biri, sulh veya her ne suretle olursa olsun taraflar arasında anlaşmayla sonuçlanan ve takipsiz bırakılan işlerde her iki taraf avukat ücretinin ödenmesi hususunda müteselsil borçlu sayılırlar.” şeklinde düzenlenmiştir…. Avukatlık Kanunu, Avukatlık Sözleşmesinden doğan ücret ile karşı taraf vekâlet ücreti yönünden bir ayrım yapmamış olup, bu konuda gerek doktrinde ve gerekse Yargıtay kararlarında tereddüte yer yoktur. Dairemizde Av. K. m. 165 kapsamına “akdi vekâlet ücreti” ile yargılama giderlerinden olan ve hasma yüklenen “yasal vekâlet ücreti”nin girdiği, ancak tarafların vekilleriyle yaptıkları vekâlet ücreti sözleşmesinden karşı tarafı müteselsil sorumlu tutabilmek için yapılan sözleşmenin mahkeme önündeki yargılamayı sona erdiren taraf işleminden önce yapıldığının HUMK m. 299 da öngörülen koşullarda ispat edilmesi aksi takdirde ise AAÜT hükümlerine göre davaya konu edilen müddeabih üzerinden hesap edilecek vekâlet ücreti üzerinden sorumlu tutulması görüşündedir.” şeklinde bildirilmiştir.

c. Yargıtay 13. Hukuk Dairesinin Görüşü:

“Avukatlık Kanunun 165. maddesinde 4667 sayılı Kanun ile 2001 yılında yapılan … değişiklikten önceki düzenlemede avukatlık ücretinden her iki tarafın (müvekkil ve onun hasmının) müteselsilen sorumlu oldukları husus “Sulh ile sonuçlanan işlerde” denilmek suretiyle belirtilmiş iken, değişiklikten sonra ise “Sulh veya her ne suretle olursa olsun taraflar arasında anlaşmayla sonuçlanan ve takipsiz bırakılan işlerde” denilmek suretiyle madde kapsamı genişletilmiştir. Böylece taraflar arasındaki anlaşma, bir sulh protokolüne bağlanmamış olsa da, anlaşma ile takipsiz bırakılan işlerde de, avukatın ücret alacağından dolayı tarafların müteselsil sorumlu olmaları gerektiği kabul edilmiştir. Yargıtay 4. Hukuk Dairesi ile Yargıtay 13. Hukuk Dairesinin görev alanları farklı olup, Dairemiz sözleşme hukuku kapsamında vekâlet sözleşmeleri ve bundan dolayı Avukatlık Ücret Sözleşmelerinden kaynaklanan ihtilaflarda görevlidir. Tarafların vekâlet ücretinden müteselsil sorumluluklarının bulundukları hususlar iki ayrı durumdan kaynaklanmaktadır. Bunlardan birincisi ”İş sahibinin birden fazla olması”, diğeri ise “müvekkilin hasım ile sulh olması” durumları olup, bunların ayrı ayrı gerçekleşmesi müteselsil sorumluluk için yeterlidir. Bu durumda avukatın talep edebileceği vekâlet ücreti, gerek müvekkil ile aralarındaki sözleşmeden kaynaklanan “akdi vekâlet ücreti”, gerekse yasadan kaynaklanan ve yargılama giderlerinden olan “karşı taraf vekâlet ücreti”dir. Kanun, avukatlık sözleşmesinden doğan ücret ile karşı taraf vekâlet ücreti yönünden bir ayrım yapmamış olup, bu konuda gerek doktrinde ve gerekse Yargıtay kararlarında genelde bir tereddüdün bulunmadığı açıktır.. Dairemizde Av. K. m. 165 kapsamına “akdi vekâlet ücreti” ile yargılama giderlerinden olan ve hasma yüklenen “yasal vekâlet ücreti”nin girdiği, ancak tarafların vekilleriyle yaptıkları vekâlet ücreti sözleşmesinden karşı tarafı müteselsil sorumlu tutabilmek için yapılan sözleşmenin mahkeme önündeki yargılamayı sona erdiren taraf işleminden önce yapıldığının HUMK m. 299 da öngörülen koşullarda ispat edilmesi aksi takdirde ise AAÜT hükümlerine göre davaya konu edilen müddeabih üzerinden hesap edilecek vekâlet ücreti üzerinden sorumlu tutulması görüşündedir.” şeklinde bildirilmiştir.

2. Akdi Vekâlet Ücretinin İş Sahibi ile Karşı Tarafın/Hasmın Müteselsil Sorumluluğu Kapsamına Girmediği Yönündeki Görüş:

Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin Görüşü:

“Avukatlık Kanunu madde 165 birden fazla iş sahibinin bulunması hâlinde iş sahiplerinin kendi iç ilişkilerinde avukatlık ücretini hangi oranda paylaştıklarına bakmaksızın, yazılı bir sözleşme bulunsun veya bulunmasın, avukatın ücret alacağı yönünden müteselsilen sorumlu olduğunu düzenlemektedir. Birden fazla iş sahibinin müteselsilen sorumlu olduğu ücret, sözleşme ile belirlenen ücret olabileceği gibi Avukatlık Kanunu m. 164/IV’e göre yetkili merci tarafından belirlenen ücret ile yargılama gideri olarak karşı tarafa yükletilen ücrettir…. Birden fazla iş sahibinin, avukata karşı avukatlık ücreti yönünden müteselsil sorumlu olmasının dışında Avukatlık Kanunu m. 165 hasım ile iş sahibinin müteselsil sorumluluğuna da yer vermektedir. Buna göre sulh veya her ne suretle olursa olsun taraflar arasında anlaşmayla sonuçlanan ve takipsiz bırakılan işlerde, avukatlık ücreti yönünden avukata karşı hem hasım hem de iş sahibi müteselsilen sorumludur…..Ancak avukat ile iş sahibi arasında yazılı sözleşmeyle kararlaştırılan ücretten dolayı sözleşmenin tarafı olmayan üçüncü kişi konumundaki hasmı sorumlu tutmak borçların nispiliği ilkesi ile bağdaşmaz. Bu nedenle hasmın yazılı sözleşme ile kararlaştırılan ücretten değil yalnızca Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi’nden aşağı olmamak üzere tayin edilecek ücretten sorumlu olması gerekir. Aksi takdirde Kanunun bu hükmü kötüye kullanıma açık bir hüküm hâline gelir…. Avukatlık Kanunu’nun 165. maddesinde “İş sahibinin birden çok olması hâlinde bunlardan her biri, sulh veya her ne suretle olursa olsun taraflar arasında anlaşmayla sonuçlanan ve takipsiz bırakılan işlerde her iki taraf avukat ücretinin ödenmesi hususunda müteselsil borçlu sayılırlar.” hükmü düzenlemiştir. Bu hüküm uyarıca; her iki tarafın müteselsilen sorumlu olduğu avukatlık ücreti, davanın kabulü veya reddi ya da takibin sonuçlanması hâlinde, yargılama gideri olarak hasma tahmil edilecek olan ücrettir. Davacının kendi müvekkili ile arasındaki vekâlet ilişkisine göre hak ettiği akdi vekâlet ücretinden, bu ilişkinin dışında bulunan davalı sorumlu tutulamaz. Avukatlık Kanunu’nun 165. maddesi vekâlet ilişkisine göre alınacak ücreti kapsamamaktadır.” şeklinde bildirilmiştir.

II. KAVRAM, KURUM VE YASAL DÜZENLEMELER

1. Genel Olarak

Borçlar hukuku, kişiler arasındaki özel borç ilişkilerini düzenleyen bir hukuk dalıdır. Borçlar hukukunun konusu, özel borç ilişkileridir. Borç ilişkisi, iki veya daha çok kişi arasında kurulan ve bunlardan birine (alacaklıya), diğerinden (borçludan) belirli bir edimi isteme yetkisi veren, diğerini de böyle edimi ifa ile yükümlü kılan bir hukuki ilişkidir (Eren, F.: Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 22.b, Ankara 2017, s.l).

Borç ilişkisi, daha geniş bir kavram olan hukuki ilişkinin çok önemli bir türüdür. Borç ilişkisi alacaklı ile borçlu arasındaki ilişki olup, hukuki işlemden doğabileceği gibi doğrudan doğruya kanundan da doğabilir. Hukuki işlemden doğan borç ilişkilerinin başlıca kaynağı, sözleşmedir.

Doktrin ve uygulamada sözleşme yerine “akit”, “mukavele” veya “bağıt” kelimeleri de kullanılmaktadır.

Sözleşme; hukuki bir sonuç doğurmak üzere, iki veya daha ziyade kişinin karşılıklı ve birbirine uygun irade beyanları ile uyuşmasını ifade eder (Kocayusufpaşaoğlu, N.: Borçlar Hukukuna Giriş, 7. b., İstanbul 2017. s. 95).

Sözleşme, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nda (TBK) borç ilişkisinin kaynakları arasında sayılmış ve sözleşmenin, tarafların iradelerini karşılıklı ve birbirine uygun olarak açıklamalarıyla kurulacağı (TBK. m. 1) hüküm altına alınmıştır.

Türk Borçlar Kanunu iki kısımdan oluşmaktadır. Birinci Kısımda (1-206. maddelerde) borç ilişkisinin kaynakları ile birlikte özel borç ilişkilerine uygulanacak genel ilke ve kurallar düzenlenmiştir. Hemen belirtmek gerekir ki 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 5. maddesi uyarınca Borçlar Kanunu’nun genel nitelikli hükümleri, uygun düştüğü ölçüde tüm özel hukuk ilişkilerine uygulanır.

İkinci Kısımda (207-649. maddelerde) ise “Özel Borç İlişkileri” başlığı altında çeşitli sözleşme türleri ele alınarak ayrı ayrı düzenlendiği gibi nitelikleri itibariyle sözleşme ilişkisi kurmayan bir kısım borç kaynakları öngörülmüştür.

Borç ilişkilerini düzenleyen başlıca kaynak Türk Borçlar Kanunu olmakla birlikte, sözleşme türleri sadece TBK’nda hüküm altına alınanlar ile sınırlı olmayıp, bu Kanun dışında başka genel ve özel nitelikli kanunlarda da çeşitli borç ilişkilerine ve sözleşme türlerine dair düzenlemelere yer verilmiştir.

Nitekim, avukat ile iş sahibi/müvekkili arasındaki sözleşme ilişkisi de özel kanun niteliğinde bulunan 1136 sayılı Avukatlık Kanunu Onbirinci Kısımda “Avukatlık Sözleşmesi” başlığı altında düzenlenmiştir.

2. Avukatlık Mesleği

Savunma, yargının kurucu unsurlarından biri olup avukatlar savunmayı temsil eden meslek mensuplarıdır. Avukatlık, kamu hizmeti ve serbest bir meslektir. Avukat, yargının kurucu unsurlarından olan bağımsız savunmayı serbestçe temsil eder (Avukatlık Kanunu m. 1).

Avukatlığın amacı; hukuki münasebetlerin düzenlenmesini, her türlü hukuki mesele ve anlaşmazlıkların adalet ve hakkaniyete uygun olarak çözümlenmesini ve hukuk kurallarının tam olarak uygulanmasını her derecede yargı organları, hakemler, resmi ve özel kişi, kurul ve kurumlar nezdinde sağlamaktır. Avukat bu amaçla hukuki bilgi ve tecrübelerini adalet hizmetine ve kişilerin yararlanmasına tahsis eder (Avukatlık Kanunu m.2).

Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nda yargılamada avukatla temsil zorunluluğuna ilişkin bir düzenleme bulunmamaktadır. Dava açma ehliyeti olan herkes kendi davasına ait evrakı düzenleyebilir, davasını bizzat açabilir ve işini takip edebilir. Ancak, bir uyuşmazlıkta taraflardan biri davasını bir başkası ile takip etmek isterse bu kişinin kural olarak baroya kayıtlı bir avukat olması gerekmektedir. Bu kural doktrinde “avukatlık tekeli” olarak ifade edilmektedir. Kaynağını Avukatlık Kanunu’nun 35 ve 63. maddelerinden alan bu tekel hakkı uyarınca, kanun işlerinde ve hukuki meselelerde görüş bildirmek; mahkeme, hakem veya yargı yetkisini haiz bulunan diğer organlar huzurunda gerçek ve tüzel kişilere ait hakları dava etmek ve savunmak, adli işlemleri takip etmek, bu işlere ait bütün evrakı düzenlemek yalnız baroda kayıtlı avukatlara aittir.

Avukatlık mesleğinin bir kamu hizmeti olması nedeniyle avukatlara belli sorumluluklar yüklenmiş, mesleğin yapılış tarzına ilişkin kural ve ilkeler konulmuştur.

Avukatlar, yüklendikleri görevleri bu görevin kutsallığına yakışır bir şekilde özen, doğruluk ve onur içinde yerine getirmek ve avukatlık unvanının gerektirdiği saygı ve güvene uygun biçimde davranmak ve Türkiye Barolar Birliğince belirlenen meslek kurallarına uymakla yükümlüdürler (Avukatlık Kanunu m. 34).

Avukat, iş sahibinin temsilcisi olarak onun hak ve menfaatlerini koruyacağı gibi yargının unsurlarından biri olarak da hukukun uygulanması ve adaletin sağlanması için yardımcı olacaktır.

Belirtmek gerekir ki avukatlık kamu hizmeti olmakla birlikte, bir ücret karşılığında müvekkiline hukuksal yardım hizmeti sunan avukat ile iş sahibi/müvekkili arasındaki ilişki, özel hukuk ilişkisidir.

3. Avukatlık Sözleşmesi

19.03.1969 tarih ve 1136 sayılı Avukatlık Kanunu’nda 02.05.2001 tarih ve 4667 sayılı Avukatlık Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun ile yapılan değişiklik sonucunda ilk kez “Avukatlık Sözleşmesi” kavramı kanunda yer almasına karşın, avukatlık sözleşmesine ilişkin açık bir tanıma yer verilmemiştir.

Avukatlık Kanunu’nun “Avukatlık sözleşmesinin kapsamı” kenar başlıklı 163. maddesinin birinci fıkrasında;

“Avukatlık sözleşmesi serbestçe düzenlenir. Avukatlık sözleşmesinin belli bir hukuki yardımı ve meblağı yahut değeri kapsaması gerekir. Yazılı olmayan anlaşmalar, genel hükümlere göre ispatlanır. Yasaya aykırı olmayan şarta bağlı sözleşmeler geçerlidir.” şeklindeki düzenleme ile yalnızca sözleşmenin taşıması gereken unsurlara yer verilmiştir.

Bu unsurlar dikkate alındığında avukatlık sözleşmesi; avukat ile iş sahibi arasında, avukatın hukuki yardımda bulunmayı üstlendiği, iş sahibinin de kural olarak yapılan iş karşılığında avukata ücret ödeme borcu altına girdiği tam iki tarafa borç yükleyen bir sözleşme olarak tanımlanabilir.

Avukatlık sözleşmesi rızai bir sözleşme olup öneri (icap) ve kabul ile diğer bir anlatımla 6098 sayılı TBK’nın 1. maddesine göre tarafların iradelerini karşılıklı ve birbirine uygun olarak açıklamalarıyla kurulur. Avukattan hukuki yardım almak isteyen iş sahibi seçtiği avukat ile serbestçe sözleşme yapabilir.

Avukatlık sözleşmesiyle avukat, iş sahibine karşı belli bir hukuki yardımda bulunma, iş sahibi de bunun karşılığında bir meblağı yahut değeri ödeme borcu altına girdiğinden, sözleşme iki tarafa borç yükleyen bir sözleşmedir.

Sözleşmenin belli bir hukuki yardımı kapsaması gerekir. Bu sözleşmenin zorunlu unsuru olup, böylece avukatlık sözleşmesinde avukatın asli edimi belli bir hukuki yardımda bulunmaktır. Hukuki yardımın içeriği ise sözleşmede açıkça belirtilmiş olabileceği gibi duruma göre işin niteliğinden de anlaşılabilir.

Avukatlık sözleşmesinin belli bir meblağ yahut değeri de kapsaması gerekir. Kanunda avukatlık hizmetinin ücret karşılığında yapılması zorunlu tutulmuştur.

Avukatlık Kanunu’nun 163. maddesinde avukatlık sözleşmesinin geçerliliği yazılı bir şekil şartına bağlanmamış; yazılı olmayan anlaşmaların genel hükümlere göre ispatlanacağı düzenlenmiştir.

Avukatlık sözleşmesinin taraflarını avukat ile iş sahibi/müvekkil oluşturmaktadır. Sözleşmenin tarafı bir ya da birden fazla avukat olabileceği gibi Avukatlık Kanunu’nun 44. maddesi uyarınca bir avukatlık ortaklığı da olabilir. Sözleşmenin diğer tarafındaki iş sahibi/müvekkil ise avukattan hukuki yardım talep eden kişi olup, iş sahibi; fiil ehliyetine sahip gerçek kişi veya tüzel kişi olabilir. Buna göre, iş sahibinin avukatlık sözleşmesi yapmaya ehil bir kişi olması gerekmektedir.

4. Avukatlık Sözleşmesinin Hukuki Niteliği

Avukatlık sözleşmesinde avukat tarafından bir ücret karşılığında hukuki yardımda bulunma edimi üstlenildiğinden, bu sözleşmenin iş görme amacına yönelik sözleşmelerden olan ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nda düzenlenen “vekâlet sözleşmesi”nin özel bir türü niteliğinde olduğu görülmektedir.

Vekâlet sözleşmesi, TBK’nın 502. maddesinin birinci fıkrasında; vekilin vekâlet verenin bir işini görmeyi veya işlemini yapmayı üstlendiği sözleşme şeklinde tanımlanmış olup, aynı maddenin ikinci fıkrasında vekâlete ilişkin hükümlerin, niteliklerine uygun düştükleri ölçüde, Türk Borçlar Kanunu’nda düzenlenmemiş olan iş görme sözleşmelerine de uygulanacağı belirtilmiştir. Bu yasal düzenleme, vekâlet sözleşmesinin iş görme sözleşmeleri bakımından kapsayıcı nitelikte olduğunu ve vekâlet sözleşmesine ilişkin hükümlerin iş görme niteliğinde olmakla birlikte TBK’nda düzenlenmemiş bulunan diğer tüm sözleşmelere de uygulanacağını göstermektedir.

Avukatlık sözleşmesi, vekâlet sözleşmesinin özel bir türü olmakla birlikte avukatlık ücreti bu sözleşmeyi vekâlet sözleşmesinden ayıran en önemli unsurdur. Zira, TBK’nın 502. maddesinin son fıkrasında, sözleşme veya teamül varsa vekilin ücrete hak kazanacağı belirtilerek, vekâlet sözleşmesinde ücretin zorunlu olmadığı öngörülmüşken, avukatlık sözleşmesinde asıl olan vekâlet görevinin bir ücret karşılığında yapılmasıdır. Sözleşmenin ücretsiz yapılması hâlinde durumun baro yönetimine bildirilmesi gerekmektedir.

Avukat ile iş sahibi/müvekkili arasındaki ilişki özel kanun niteliğindeki Avukatlık Kanunu’nda düzenlendiğinden, avukatlık sözleşmesinden kaynaklanan uyuşmazlıklarda öncelikle 1136 sayılı Avukatlık Kanunu, burada bir boşluk bulunması durumunda ise 6098 sayılı TBK’nın vekâlet sözleşmelerine ilişkin hükümleri ve yine TBK’nın genel nitelikli hükümlerinin uygulanacağı kuşkusuzdur.

5. Avukatlık Ücreti ve Çeşitleri

a) Genel Olarak

Vekâlet ücreti, savunma hakkının en önemli parçası olan hukuki danışmanlık görevinin, konunun uzmanı hukukçular tarafından yapılmasının doğal sonucudur. Avukatların mesleklerini serbestçe ve herhangi bir kaygı olmadan yapabilmeleri için yaptıkları hizmetin karşılığı olan makul bir ücret almaları gerekir (Anayasa Mahkemesi, 03.03.2004 tarih, 2004/8 E., 2004/28 K.).

Ücret, Avukatlık Kanunu’nun 164. maddesinde;

“Avukatlık ücreti, avukatın hukuki yardımının karşılığı olan meblağı veya değeri ifade eder.

Yüzde yirmibeşi aşmamak üzere, dava veya hükmolunacak şeyin değeri yahut paranın belli bir yüzdesi avukatlık ücreti olarak kararlaştırılabilir.

İkinci fıkraya göre yapılacak sözleşmeler, dava konusu para dışındaki mal ve haklardan bir kısmının aynen avukata ait olacağı hükmünü taşıyamaz.

Avukatlık asgari ücret tarifesi altında vekâlet ücreti kararlaştırılamaz. Ücretsiz dava alınması hâlinde, durum baro yönetim kuruluna bildirilir. Avukatlık ücretinin kararlaştırılmamış olduğu veya taraflar arasında yazılı ücret sözleşmesinin bulunmadığı yahut ücret sözleşmesinin belirgin olmadığı veya tartışmalı olduğu veya ücret sözleşmesinin ücrete ilişkin hükmünün geçersiz sayıldığı hallerde; değeri para ile ölçülebilen dava ve işlerde asgari ücret tarifelerinin altında olmamak koşuluyla ücret itirazlarını incelemeye yetkili merci tarafından davanın kazanılan bölümü için avukatın emeğine göre ilâmın kesinleştiği tarihteki müddeabihin değerinin yüzde onu ile yüzde yirmisi arasındaki bir miktar avukatlık ücreti olarak belirlenir. Değeri para ile ölçülemeyen dava ve işlerde ise Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi uygulanır.

Dava sonunda, kararla tarifeye dayanılarak karşı tarafa yüklenecek vekâlet ücreti avukata aittir. Bu ücret, iş sahibinin borcu nedeniyle takas ve mahsup edilemez, haczedilemez.” şeklinde hüküm altına alınmıştır.

Madde metninden de anlaşılacağı üzere avukatın iki çeşit ücret alacağı bulunmaktadır. Bunlar, avukat ile iş sahibi arasındaki sözleşme ilişkisinden doğan avukatlık ücreti ile yargılama sonunda haklı çıkan taraf yararına Tarife hükümlerine göre hükmedilen ve yargılama gideri niteliğinde olan avukatlık ücretidir.

Her iki ücretin kaynağı farklı olup, uygulama ve yargısal kararlarda bunlardan ilkine sözleşmeden doğduğu için “akdi vekâlet ücreti”, ikincisine ise kaynağını kanundan aldığı ve yargılama sonunda dava ya da takibin karşı tarafından tahsiline karar verildiği için “yasal vekâlet ücreti” ya da “karşı taraf vekâlet ücreti” denilmektedir.

b) Akdi Vekâlet Ücreti

Avukat ile vekil edeni arasındaki sözleşmeden doğan ücret alacağıdır. Bu nedenle, taraflardan avukat için vermiş olduğu hukuki yardımın karşılığı olarak öncelikle hak, iş sahibi bakımından ise bir borçtur.

Akdi vekâlet ücretini belirlemede kural olarak serbesti söz konusu ise de bu serbestinin kanun tarafından getirilen bazı sınırları vardır. Başka bir deyişle, taraflar avukatlık ücretini kanun koyucunun getirdiği sınırlar içinde serbestçe belirleyebilirler.

Tarafların avukatlık ücretini serbestçe belirleyebileceklerine ilişkin “tavan sınır, Avukatlık Kanunu’nun 164. maddesinin ikinci fıkrasında düzenlenmiş ve avukatlık ücretinin yüzde yirmi beşi aşmamak üzere, dava veya hükmolunacak şeyin değeri yahut paranın belli bir yüzdesi olarak kararlaştırılabileceği öngörülmüştür. Buna göre tarafların belirleyebilecekleri oran yüzde yirmi beşin üzerinde olamayacaktır. Avukatlık Kanunu’nun 163. maddesinin ikinci fıkrası uyarınca avukatlık ücret tavanını aşan sözleşmeler, bu Kanunda belirtilen tavan miktarında geçerlidir. İfa edilmiş sözleşmenin ise geçersizliği ileri sürülemez.

Avukatlık ücretine getirilen “taban sınır” ise 164. maddenin dördüncü fıkrasında düzenlenmiş ve Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi altında vekâlet ücreti kararlaştırılması yasaklanmıştır. Avukatlık Asgari Ücret Tarifesinin 1. maddesine göre, Tarife hükümleri altında kararlaştırılan akdi avukatlık ücretleri Tarife hükümleri üzerinden yapılmış olarak kabul edilir.

Diğer taraftan 164. maddenin üçüncü fıkrası da uygulamada “davanın sonucuna katılma yasağı” olarak adlandırılan bir sınırlamayı içermektedir. Bu sınırlama uyarınca, aynı maddenin ikinci fıkrasına göre yapılacak sözleşmeler, dava konusu para dışındaki mal ve haklardan bir kısmının aynen avukata ait olacağı hükmünü taşıyamaz.

Ücret, sözleşme yapılırken ya da yapıldıktan sonra kararlaştırılabileceği gibi taraflarca herhangi bir ücret kararlaştırılmamış da olabilir. Bazen de taraflar arasında yazılı ücret sözleşmesinin bulunmadığı yahut ücret sözleşmesinin belirgin olmadığı, tartışmalı ya da sözleşmesinin ücrete ilişkin hükmünün geçersiz sayıldığı hâller olabilir. Bu gibi durumlarda akdi vekâlet ücreti, değeri para ile ölçülebilen dava ve işlerde Tarife’nin altında olmamak koşuluyla davanın kazanılan bölümü için avukatın emeğine göre ilamın kesinleştiği tarihteki müddeabihin değerinin yüzde onu ile yüzde yirmisi, arasındaki bir miktar olarak belirlenir. Değeri para ile ölçülemeyen dava ve işlerde ise Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi uygulanır.

Sözleşmede aksine bir hüküm yoksa, kararlaştırılan avukatlık ücreti yalnızca avukatın üzerine almış olduğu işin karşılığı olup, mukabil dava, bağlantı ve ilişki bulunsa bile başka dava ve icra kovuşturmaları veya her türlü hukuki yardımlar ayrı ücrete tabidir (Avukatlık Kanunu m. 173/1).

c) Yasal Vekâlet Ücreti

Yasal (karşı taraf) vekâlet ücreti, bir davada avukatla temsil edilmesi koşuluyla yargılama sonunda haklı çıkan taraf lehine Tarife hükümlerine göre hükmedilen vekâlet ücretidir. Karşı taraf vekâlet ücreti, haklı olduğu davada kendisini mahkemeler önünde avukat ile savunmak zorunda kalan kişinin yapmış olduğu masrafın, haksız olan karşı taraftan alınarak zararın giderilmesini hedeflemektedir.

Nitekim, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 323. maddesinin 1/ğ bendinde, vekille takip edilen davalarda kanun gereğince takdir olunacak vekâlet ücretinin yargılama gideri kapsamında olduğu açıkça belirtilmiştir. Bu nedenle yasal vekâlet ücreti, dava sonunda haklı çıkan taraf lehine hükmedilen yargılama giderlerinden biridir.

Kanunda yazılı hâller dışında, yargılama giderlerinin, aleyhine hüküm verilen taraftan alınmasına karar verilir (HMK. m. 326/1). Yargılama giderlerine, mahkemece resen hükmedilir (HMK. m.332/1).

Yargı mercilerince karşı tarafa yükletilecek avukatlık ücreti, avukatlık ücret tarifesinde yazılı miktardan az ve üç katından fazla olamaz (Avukatlık Kanunu m. 169).

Vekil ile takip edilen davalarda mahkemece, kanuna göre takdir olunacak vekâlet ücreti, taraf lehine hükmedilir (HMK. m.330).

Ancak, Avukatlık Kanunu’nun 164/son fıkrasına göre dava sonunda, kararla Tarifeye dayanılarak karşı tarafa yüklenecek vekâlet ücreti avukata aittir. Bu ücret, iş sahibinin borcu nedeniyle takas ve mahsup edilemez, haczedilemez. Söz konusu fıkranın birinci cümlesinin Anayasa’ya aykırı olduğundan bahisle iptali isteminde bulunulmuş ise de Anayasa Mahkemesi’nin 03.03.2004 tarihli ve 2004/8 E., 2004/28 K. sayılı kararı ile madde hükmü, Anayasa’nın 2, 5 ve 36. maddelerine aykırı görülmediğinden iptal istemi reddedilmiştir.

6. Avukatlık Ücreti Dolayısıyla Müteselsil Sorumluluk

a) Genel Olarak

Birden ziyade kimse, alacaklıya karşı aynı sebepten dolayı ve her biri borcun tamamı için “asıl borçlu” sıfatıyla borçlu olurlarsa, müteselsil borçtan bahsedilir (Tekinay Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 7.b., İstanbul, 1993, s. 285).

Başka bir deyişle, birden çok borçludan her birinin alacaklıya karşı borcun tamamından şahsen sorumlu olduğu ve içlerinden yalnız birinin borcu ifa etmesiyle diğerlerinin de borçtan kurtulduğu borca, müteselsil borç denir ( Eren, F.; Borçlar Hukuk Genel Hükümler, Ankara 2017,22.b., s. 1229).

Müteselsil borçluluk, 6098 sayılı TBK’nda borç ilişkilerindeki özel durumlar arasında düzenlenmiş ve Kanun’un 162. maddesinde;

“Birden çok borçludan her biri, alacaklıya karşı borcun tamamından sorumlu olmayı kabul ettiğini bildirirse, müteselsil borçluluk doğar.

Böyle bir bildirim yoksa, müteselsil borçluluk ancak kanunda öngörülen hâllerde doğar.” hükmü ile müteselsil borçluluğun hukuki işlemden (sözleşmeden) veya kanundan doğacağı belirtilmiştir.

Müteselsil borçlarda alacaklı, borcun tamamının veya bir kısmının ifasını, dilerse borçluların hepsinden, dilerse yalnız birinden isteyebilir. Borçluların sorumluluğu, borcun tamamı ödeninceye kadar devam eder (TBK. m. 163 ).

Alacaklı, alacağını herhangi bir borçludan talep eder ve bu borçlu tarafından ifada bulunulmazsa, diğer borçlulara yönelebilir. Müteselsil borçlulukta birden çok borçlu arasındaki teselsül, alacaklının hukuki durumunu kuvvetlendirmektedir.

Avukatlık ücreti dolayısıyla müteselsil sorumluluk durumu ise Avukatlık Kanunu’nun 165. maddesinde hüküm altına alınmıştır.

Maddeye göre iş sahibinin birden çok olması hâlinde bunlardan her biri, sulh veya her ne suretle olursa olsun taraflar arasında anlaşmayla sonuçlanan ve takipsiz bırakılan işlerde her iki taraf avukat ücretinin ödenmesi hususunda müteselsil borçlu sayılırlar.

Görüleceği üzere, avukatlık ücreti nedeniyle müteselsil sorumluluk iki hâlde düzenlenmiştir. Bunlardan ilki iş sahibinin birden fazla olması durumunda iş sahiplerinin avukata karşı olan müteselsil sorumluluğu, ikincisi ise iş sahibinin hasmı ile sulh olması veya her ne suretle olursa olsun anlaşmayla sonuçlanan ve takipsiz bırakılan işlerde, iş sahibi ile karşı tarafın/hasmın avukata karşı olan müteselsil sorumluluğudur.

Belirtmek gerekir ki, her iki durumda da kanundan doğan bir müteselsil borçluluk durumu söz konusudur.

b) Birden Çok İş Sahibinin Müteselsil Sorumluluğu

Bir davada birlikte hareket etmek durumunda olan kişiler aynı avukata vekâlet vermiş olabilirler. Böyle bir durumda birden fazla olan iş sahibi, avukatlık ücreti nedeniyle avukata karşı müteselsil borçlu durumundadır. Kanunda avukatlık ücretinden dolayı müteselsil sorumluluğun kabul edildiği bu ilk durum, içtihadı birleştirmenin konusu dışındadır.

c) İş Sahibi İle Karşı Tarafın/Hasmın Müteselsil Sorumluluğu

İçtihadı birleştirmenin konusu, avukatlık ücretinden dolayı müteselsil sorumluluğun kabul edildiği ikinci durumla ilgilidir. Bu ikinci hâlde, sadece tarafların sulh olması değil, her ne suretle olursa olsun taraflar arasında anlaşmayla sonuçlanan ve takipsiz bırakılan işlerde iş sahibi ile karşı tarafın, avukatlık ücretinden dolayı müteselsil sorumluluğu öngörülmüştür.

Sulh, görülmekte olan bir davada, tarafların aralarındaki uyuşmazlığı kısmen veya tamamen sona erdirmek amacıyla, mahkeme huzurunda yapmış oldukları bir sözleşmedir (HMK. m. 313/1).

Sulh, ilgili bulunduğu davayı sona erdirir ve kesin hüküm gibi hukuki sonuç doğurur. Mahkeme, taraflar sulhe göre karar verilmesini isterlerse, sulh sözleşmesine göre; sulhe göre karar verilmesini istemezlerse, karar verilmesine yer olmadığına karar verir (HMK. m. 315/1).

Uygulamada tarafların aralarındaki uyuşmazlığı sulh ile sonuçlandırmalarına rağmen mahkemeye bildirmeyerek dava veya icra dosyasını takipsiz bıraktıkları, ya da anlaşmalarının bir sonucu olarak davacının davadan feragat ettiği ya da davalının davayı kabul ettiği durumlar ortaya çıkabilmektedir. Açık bir sulh sözleşmesinin bulunmadığı bu gibi hâllerde gizli (örtülü) bir sulhun varlığından söz edilir ki; gizli sulhun bulunduğu durumlarda da kanun tarafından avukatın ücret alacağından dolayı iş sahibi ile birlikte karşı tarafa müteselsil sorumluluk yüklenmiştir. Ancak belirtmek gerekir ki, gizli bir sulh durumunun söz konusu olabilmesi için davanın takipsiz bırakılması, davadan feragat ya da davanın kabulü gibi işlemlerin taraflar arasındaki anlaşmanın bir sonucu olarak, diğer bir anlatımla sulhun bir şartı olarak yapılmış olması gerekir. Çünkü, taraflardan birinin karşı tarafla bir anlaşması olmadan da özgür iradesiyle davayı takipsiz bırakması ya da feragati mümkün olup, bu gibi durumlar madde kapsamında bulunmamaktadır.

III. GEREKÇE

İçtihadı birleştirmenin konusu; Avukatlık Kanunu’nun 165. maddesinde düzenlenen “ücret dolayısıyla müteselsil sorumluluk” hâllerinden olan “sulh veya her ne suretle olursa olsun taraflar arasında anlaşma ile sonuçlanan ve takipsiz bırakılan işlerde” karşı tarafın avukatı lehine her iki tarafın müteselsil olarak ödenmesinden sorumlu olacağı avukatlık ücreti kapsamına avukat ile iş sahibi arasında yapılan ücret sözleşmesine göre avukata ödenmesi gereken akdi vekâlet ücretinin girip girmediği hususudur.

Bu bağlamda belirtmek gerekir ki; içtihatların birleştirilmesine sebep olan görüş aykırılıkları, iş sahibi ile hasmın müteselsil olarak borçlu sayılacakları ücret hususunda yasa maddesinin metninde “avukat ücreti” denilmekle birlikte, bu ücretin akdi vekâlet ücretini kapsayıp kapsamadığı noktasında bir açıklık bulunmamasından kaynaklanmaktadır.

Yukarıda belirtildiği üzere avukatlık bir kamu hizmeti olmakla birlikte, ücret karşılığında müvekkiline hukuksal yardım hizmeti sunan avukat ile iş sahibi/müvekkili arasındaki ilişki bir özel hukuk ilişkisidir.

Özel hukukta ise haklar çeşitli açılardan ayrımlara tabi tutulmaktadır. Bir ayrıma göre haklar, “mutlak haklar” ve “nispi haklar” olmak üzere iki kısımdır. Mutlak haklar herkese karşı ileri sürülebildiği hâlde, nispi haklar sadece borç altına giren kişi ya da kişilere karşı ileri sürülebilmektedir. Bir borç ilişkisinden (sözleşmeden) doğan alacak hakkı da “nispi hak” niteliğindedir. Böyle olunca alacak hakkı ancak o borç ilişkisi nedeniyle borçlu olan kişi ya da kişilere karşı ileri sürülebilir. Borç ilişkisi alacaklı ve borçlu arasında nispi sonuçlar doğurduğundan, bunun ilke olarak üçüncü kişiler tarafından ihlali de söz konusu olmaz. Diğer bir anlatımla, borç ilişkisinin dışında kalan kişiler (üçüncü şahıslar) borç ilişkisinden doğan haklara yabancıdırlar ve alacak hakkı onlara karşı ileri sürülemez..

Yargısal kararlarda ve doktrinde “borç ilişkilerinin nispiliği ilkesi” denilen bu ilke uyarınca sözleşmeler, kural olarak yalnızca sözleşmenin tarafları bakımından hüküm ve sonuç doğururlar. Nispi nitelikteki borç ilişkisine üçüncü kişiler, alacaklı veya borçlu olarak dâhil edilemez. Ancak, borç ilişkilerinin nispiliği ilkesi mutlak olmayıp, kanun koyucu tarafından sınırlı sayıda istisnalar öngörülmüştür. Özellikle, 6098 sayılı TBK’nın 129. maddesinde düzenlenen “Üçüncü kişi yararına sözleşme” bu istisnalardan biri olduğu gibi 4721 sayılı TMK’nın 1009. maddesi ile de taşınmaz mallarda, bir kısım sözleşmelerden doğan kişisel hakların tapu siciline şerh edilmek suretiyle o taşınmaz üzerinde sonradan hak kazanan üçüncü kişilere karşı ileri sürülebilme olanağı sağlanmıştır.

Diğer taraftan borçlar hukukuna hakim olan en temel ilke “irade özerkliği” ilkesidir. İrade özerkliği, hukuk düzeninin bireylere kişisel ilişkilerini özgür iradelerine göre diledikleri gibi düzenleme hususunda tanımış olduğu genel yetkidir. Kişilerin yasal sınırlar içerisinde istedikleri hukuki sonuca bu yöndeki iradelerini açıklayarak ulaşabilmelerini ifade etmektedir.

İrade özerkliğine işlerlik kazandıran en önemli hukuki araç ise sözleşmedir. Bu nedenle, irade özgürlüğünün doğal sonucu olarak borçlar hukukunda “sözleşme özgürlüğü ilkesi” kabul edilmiş ve TBK’nın 26. maddesinde: tarafların, bir sözleşmenin içeriğini kanunda öngörülen sınırlar içinde özgürce belirleyebilecekleri hüküm altına alınmıştır.

Bu ilke uyarınca bireyler, sözleşme yapıp yapmamakta, sözleşmenin karşı tarafını seçmekte, seçtiği kişi ile hukuk düzeninin sınırları içinde dilediği konu, şekil ve koşullarda sözleşme yapma özgürlüğüne sahiptirler. Sözleşme özgürlüğü ilkesi, taraflara yapmış oldukları sözleşmeyi diledikleri takdirde değiştirme ya da kısmen veya tamamen ortadan kaldırma yetkisi de vermektedir.

Nispilik ilkesinin temeli de sözleşme özgürlüğünde aranmalıdır. Zira, sözleşme özgürlüğüyle bizzat taraflar kendilerini, yaptıkları sözleşme ile bağlamakta, sözleşmenin hükümlerini kendi özel alanlarıyla sınırlandırmaktadırlar (Eren. F.: Borçlar Hukuku Genel Hükümler. 22,b., Ankara 2017, s. 52).

Yukarıda açıklanan yasal düzenleme ve ilkeler birlikte değerlendirildiğinde; belli bir hukuki yardım karşılığında avukat ile iş sahibi arasında yapılan sözleşme ilişkisinden kaynaklanan “akdi vekâlet ücretinden” dolayı bu ilişkinin tarafı olmayan, koşullarını belirleme imkânına sahip bulunmayan üçüncü kişi konumundaki karşı tarafın/hasmın sorumlu tutulmasının, borçlar hukukunun en temel prensiplerinden biri olan sözleşmelerin nispiliği ilkesine ve Anayasa’nın 48. maddesinde koruma altına alınan sözleşme özgürlüğü ilkesine aykırı olduğu sonucuna varılmıştır. Aksi takdirde, özel hukuk taraflara sadece kendi hakları üzerinde tasarruf yetkisi ve imkânı tanımışken, sözleşme ilişkisinin dışındaki üçüncü bir kişi (hasım) aleyhine borç ihdas edilmiş olacaktır ki, böyle bir durumun hukuk düzenince kabul edilmesi mümkün değildir.

Anayasa Mahkemesinin bir çok kararında vurgulanıldığı üzere, hukuk devletinde uyulması zorunlu temel ilkelerden birini “hukuk güvenliği ilkesi” oluşturmaktadır. Hukuk devletinde hukuk güvenliğini sağlayan bir düzenin kurulması asıldir. Anayasa’da öngörülen temel hak ve özgürlüklerin kullanılmasının ve insan haklarının yaşama egemen kılınmasının ön koşulu olan hukuk güvenliği ilkesi, hukuk normlarının öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerinde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar. Bu yönüyle, hukuk devletinin önemli bir unsuru olarak hukuki güvenlik ilkesi, yalnızca hukuk düzeninin değil, aynı zamanda belirli sınırlar içinde, bütün devlet faaliyetlerinin, belirli oranda önceden öngörülebilir olması anlamını taşır. Hukuki güvenlik sadece bireylerin devlet faaliyetlerine duyduğu güveni değil, aynı zamanda yürürlükteki mevzuatın süreceğine duyulan güveni de içerir. Bu açıdan bakıldığında da bir davada sulh olan veya her ne suretle olursa olsun uyuşmazlığı anlaşmayla sonuçlandıran kişinin, borç ilişkilerinin nispiliği ilkesi karşısında, tarafı olmadığı bir sözleşmeden doğan vekâlet ücretini ödemek zorunda kalacağını öngörmesi beklenilmemelidir.

Böyle olunca, akdi vekâlet ücretinin iş sahibi ile hasmın müteselsil sorumluluğu kapsamında bulunduğunun kabul edilmesi hukuk güvenliği ilkesini zedeleyecektir.

Ayrıca vekâlet ücreti; avukatın yaptığı hukuki yardımının karşılığı olan bir meblağ veya değeri ifade ettiği hâlde, avukattan hiç bir hukuki yardım almayan hasmın, karşı yanın yaptığı sözleşmeden doğan vekâlet ücreti nedeniyle onun avukatı lehine müteselsilen sorumlu tutulması, avukatlık ücretinin mahiyet ve amacına da uygun değildir.

Tarafların aralarındaki dava veya uyuşmazlığı sulh ile sonuçlandırmaları her şeyden önce dava açılmakla bozulan toplumsal barış ve huzurun yeniden tesis edilmesini sağladığı gibi tarafların bir an önce hak ve alacaklarına kavuşmasını da temin etmektedir. Nitekim, 01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren HMK’nın 140/2. maddesinde hâkimin tarafları sulhe davet edeceği düzenlenerek sulh teşvik edilmiştir. Böyle olunca, usul hukuku bakımından bu kadar önemli bir müessesenin önüne sözleşmenin tarafı olmayan kişinin (hasmın) akdi vekâlet ücretinden sorumlu tutulması şeklindeki bir engelin konulması da doğru olmayacaktır.

Görüşmeler sırasında bir kısım başkan ve üyeler; Avukatlık Kanunu’nun 165. maddesinde akdi vekâlet ücreti ile karşı taraf vekâlet ücreti arasında bir ayrım yapılmadığını, akdi vekâlet ücretinin iş sahibi ile hasım tarafın müteselsil sorumluluğu kapsamında olup olmadığının belirlenmesi konusunda bir yorum yapılacak ise bunun kanun koyucunun iradesine uygun olması için Avukatlık Kanunu’nun sistematiğine bakılması ve 165. maddenin düzenlendiği kısımdaki diğer tüm maddeler ile olan bağlantısının da değerlendirilmesi gerektiğini, avukatlık sözleşmesinin Kanun’un onbirinci kısmında düzenlendiğini, 163. maddede avukatlık sözleşmesinin kapsamı, 164. maddede ise avukatlık ücretinin hüküm altına alındığını, maddede akdi vekâlet ücreti ile karşı taraf vekâlet ücretine ilişkin hükümlere yer verildikten sonra 165. maddede avukatlık ücretinden dolayı iş sahibi ile hasım tarafın müteselsil sorumluluğunun düzenlendiği dikkate alındığında, bu sorumluluğun kapsamına akdi vekâlet ücretinin dâhil olduğunun açık bir şekilde anlaşıldığını, bu madde ile kanun koyucunun özel bir düzenleme yaparak kanundan kaynaklanan bir müteselsil sorumluluğa yer verdiği gibi sözleşmelerin nispiliği ilkesine de bir istisna getirdiğini, yargılama gideri niteliğinde olan ve yargılama sonunda Tarife hükümlerine göre belirlenen yasal vekâlet ücretinden dolayı hasım tarafın sorumluluğunun zaten bulunduğunu, 165. madde ile asıl güvence altına alınan vekâlet ücretinin akdi vekâlet ücreti olduğunu belirterek aksi yönde görüş bildirmişlerse de bu görüşler çoğunluk tarafından kabul görmemiştir.

Hâl böyle olunca, Avukatlık Kanunu’nun 165. maddesinde düzenlenen “ücret dolayısıyla müteselsil sorumluluk” hâllerinden olan “sulh veya her ne suretle olursa olsun taraflar arasında anlaşma ile sonuçlanan ve takipsiz bırakılan işlerde” karşı tarafın avukatı lehine her iki tarafın müteselsil olarak ödenmesinden sorumlu olacağı avukatlık ücreti kapsamına avukat ile iş sahibi arasında yapılan ücret sözleşmesine göre avukata ödenmesi gereken “akdi vekâlet ücretinin” dâhil olmadığı sonuç ve kanaatine varılmıştır.

IV. SONUÇ:

Yukarıda açıklanan nedenlerle;

Avukatlık Kanunu’nun 165. maddesinde düzenlenen “ücret dolayısıyla müteselsil sorumluluk” hâllerinden olan “sulh veya her ne suretle olursa olsun taraflar arasında anlaşma ile sonuçlanan ve takipsiz bırakılan işlerde” karşı tarafın avukatı lehine her iki tarafın müteselsil olarak ödenmesinden sorumlu olacağı avukatlık ücreti kapsamına avukat ile iş sahibi arasında yapılan avukatlık ücret sözleşmesine göre avukata ödenmesi gereken akdi vekâlet ücretinin dâhil olmadığına, 05.10.2018 tarihinde yapılan üçüncü toplantıda oy çokluğu ile karar verildi.

KARŞI OY

Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulunca “1136 sayılı Avukatlık Kanununun 165. maddesinde “ücret dolayısıyla müteselsil sorumluluk“ başlığı altında yapılan “sulh veya her ne suretle olursa olsun taraflar arasında anlaşmayla sonuçlanan ve takipsiz bırakılan işlerde her iki taraf avukat ücretinin ödenmesi hususunda müteselsil sorumlu sayılırlar” şeklindeki düzenleme uyarınca karşı tarafın sorumlu olacağı avukatlık ücreti kapsamına, yargılama giderlerinden olup, karşı tarafa tahmil edilen yasal vekalet ücreti ile birlikte avukat ile iş sahibi arasında yapılan avukatlık sözleşmesine göre iş sahibinin avukata ödemesi gereken akdi vekalet ücretinin de dahil olup olmadığı” konusundaki Yargıtay 13.Hukuk Dairesi, Yargıtay 3. Hukuk Dairesi ve Yargıtay Hukuk Genel Kurulu ile Yargıtay 4. Hukuk Dairesi kararları arasındaki görüş aykırılığının giderilmesi ve içtihatların birleştirilmesi yönünde yapılan görüşmeler sonucu, Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulunun 5 Ekim 2018 gün ve 2017/6 esas sayılı kararı ile “ karşı taraf açısından 165. maddedeki mütesessil sorumluluk kapsamına akdi vekalet ücretinin girmeyeceği” yolunda oyçokluğuyla ile alınan kararına karşı aşağıdaki gerekçelerle muhalif kalmış bulunmaktayız.

Yasal mevzuat açısından:

Avukatlık sözleşmesi ve avukatlık ücreti hakkındaki düzenlemeler 07.04.1969 gün ve 13168 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 1136 sayılı Avukatlık Kanununda yer almaktadır. Buna göre:

Avukatlık sözleşmesinin kapsamı başlıklı 163 maddesinde; (Değişik: 2/5/2001 – 4667/76. md.)

“Avukatlık sözleşmesi serbestçe düzenlenir. Avukatlık sözleşmesinin belli bir hukukî yardımı ve meblâğı yahut değeri kapsaması gerekir. Yazılı olmayan anlaşmalar, genel hükümlere göre ispatlanır. Yasaya aykırı olmayan şarta bağlı sözleşmeler geçerlidir.

Avukatlık ücret tavanını aşan sözleşmeler, bu Kanunda belirtilen tavan miktarında geçerlidir. İfa edilmiş sözleşmenin geçersizliği ile sürülemez. Yokluk halleri hariç, avukatlık sözleşmesinin bir hükmünün geçersizliği, bu sözleşmenin tümünü geçersiz kılmaz.”

Avukatlık ücreti başlıklı 164 maddesinde; (Değişik: 2/5/2001-4667/77. md.)

“Avukatlık ücreti, avukatın hukuki yardımının karşılığı olan meblâğı veya değeri ifade eder. Yüzde yirmi beşi aşmamak üzere, dava veya hükmolunacak şeyin değeri yahut paranın belli bir yüzdesi avukatlık ücreti olarak kararlaştırılabilir.

İkinci fıkraya göre yapılacak sözleşmeler, dava konusu para dışındaki mal ve haklardan bir kısmının aynen avukata ait olacağı hükmünü taşıyamaz.

Avukatlık asgari ücret tarifesi altında vekalet ücreti kararlaştırılamaz. Ücretsiz dava alınması halinde, durum baro yönetim kuruluna bildirilir. (Değişik üçüncü ve dördüncü cümle: 13/1/2004- 5043/5 md) Avukatlık ücretinin kararlaştırılmamış olduğu veya taraflar arasında yazılı ücret sözleşmesinin bulunmadığı yahut ücret sözleşmesinin belirgin olmadığı veya tartışmalı olduğu veya ücret sözleşmesinin ücrete ilişkin hükmünün geçersiz sayıldığı hallerde; değeri para ile ölçülebilen dava ve işlerde asgari ücret tarifelerinin altında olmamak koşuluyla ücret itirazlarını incelemeye yetkili merci tarafından davanın kazanılan bölümü için avukatın emeğine göre ilâmın kesinleştiği tarihteki müddeabihin değerinin yüzde onu ile yüzde yirmisi arasındaki bir miktar avukatlık ücreti olarak belirlenir.

Değeri para ile ölçülemeyen dava ve işlerde ise avukatlık asgari ücret tarifesi uygulanır.

Dava sonunda, kararla tarifeye dayanılarak karşı tarafa yüklenecek vekâlet ücreti avukata aittir. Bu ücret, iş sahibinin borcu nedeniyle takas ve mahsup edilemez, haczedilemez.”

Hükümlerine yer verilmiştir.

İçtihadı Birleştirmenin konusu olan “ücret dolayısıyla müteselsil sorumluluk” başlıklı 165. maddesinde (Değişik : 2/5/2001 – 4667/78 md.) ise;

“İş sahibinin birden çok olması halinde bunlardan her biri, sulh veya her ne suretle olursa olsun taraflar arasında anlaşmayla sonuçlanan ve takipsiz bırakılan işlerde her iki taraf avukat ücretinin ödenmesi hususunda müteselsil borçlu sayılırlar.”

Hükmü getirilmiştir.

-Öte yandan; vekalet ücretinden müteselsil sorumlulukla ilgili benzer bir düzenleme 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununda da mevcuttur. Bu kanunun 329. maddesinde; (1) “kötüniyetli davalı veya hiçbir hakkı olmadığı halde, dava açan tarafın, yargılama giderlerinden başka, diğer tarafın vekili ile aralarında kararlaştırılan vekalet ücretinin tamamı veya bir kısmını ödemeye mahkum edilebileceği, vekalet ücretinin; miktarı hakkında uyuşmazlık çıkması veya mahkemece miktarın fahiş bulunması halinde, bu miktarın doğrudan mahkemece takdir olunacağı”

Açıklanmıştır.

Öğretide ise;

Prof.Dr. Ejder Yılmaz; “….İş sahibinin birden çok olması halinde, bunlardan her biri, sulh veya her ne suretle olursa olsun taraflar arasında anlaşma ile sonuçlanan ve takipsiz bırakılan işlerde, her iki taraf avukat ücretinin ödenmesi hususunda, müteselsilen borçlu sayılır..,.”(Av.K.M.165)

(Hukuk Muhakemeleri Kanunu Şerhi değiştirilmiş 2.Baskı,2013,sh. 1453 vd.)

Prof.Dr. Saim Üstündağ; ” …..İhtilafın sulhen halledilmesi durumlarında her iki taraf avukat ücretlerinin ödenmesi hususunda müteselsil borçlu sayılırlar. Demek oluyor ki, hasmın diğer tarafın vekili ile yapmış olduğu ücret anlaşmasındaki vekalet ücreti ile sorumlu tutulabilmesi için, bu ücret sözleşmesinin tarihinin HUMK’nun 299/2.maddesi uyarınca resmiyet kazanmış olması gerekir…..”(Medeni Yargılama Hukuku Cilt 1-11, 6.Bası İstanbul, 997, sh.768 vd.)

Prof.Dr. Baki Kuru; “……Taraflardan biri vekilini haksız olarak azlettikten kısa bir süre sonra karşı tarafla sulh olursa, azledilen vekil müvekkilinden hem ücret sözleşmesiyle kararlaştırılmış olan (ücret sözleşmesi yoksa tarifelerde yazılı) vekalet ücretini, hem de mahkemenin sulh halinde müvekkili lehine hükmedeceği vekalet ücretini isteyebilir(Avk.K. 174/2.164/son mad.)…..Bundan başka davanın sulh ile sonuçlanması halinde, karşı taraf da (yani davanın her iki tarafı) vekil ile müvekkilin kararlaştırmış oldukları vekalet ücretinin ödenmesi konusunda müteselsil borçlu sayılır. (Av.k.165 m.) Yalnız sulh halinde bir taraf ile vekil arasında kararlaştırılmış bulunan vekalet ücretinden karşı tarafı müteselsilen sorumlu tutabilmek için, bu vekalet sözleşme tarihinin mahkeme önünde sulh tarihinden önce HUMK’nun 299/2 ye göre kesinleşmiş olması gerekir. (Hukuk Muhakemeleri Usulü.6.Bası,Cilt VI ,2001, sh.3767 vd)        ….

Şeklinde görüş açıklamışlardır.

Ayrıca. Prof.Dr. Hakan Pekcanıtez (Pekcanıtez, Medeni Usul Hukuku 15.Bası, İstanbul, 2017, sh.2409)

Dr.Özan Günergök (Avukatlık Sözleşmesi, Ankara,2003,sh,147 vd.)

Murat Aydın, (Avukatlık Ücreti 2004-Ankara sh.70 vd.)

Yrd.Doç.Dr.Türker Yalçınduran da (Vekalet Sözleşmesinde Ücret. 2.Bası 2007.sh 197 vd.) Kitaplarında aynı görüşü paylaşmışlardır.

Yargı Kararları Yönünden;

Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 16.2.1994 T. 1993/13-810 E.1994/60 K.sayılı ilamı;

“ ……Avukatlık Kanununun 165 . maddesi gereğince, sulh ile sonuçlanan işlerde her iki taraf avukat ücretinin ödenmesi konusunda, avukata karşı müteselsil sorumludurlar. Bu madde hükmünün uygulanmasında öncelikle 2 hususun açıklığa kavuşturulması gerekmektedir. Bu da avukatın ücret alacağının kapsamı ile bu ücret alacağından ne kadarından hasmın müteselsilen sorumlu olacağıdır. Avukatlık ücret alacağının kapsamında; avukat ile müvekkil arasında geçerli bir ücret sözleşmesi var ise bu sözleşmedeki miktar, sözleşme yok ise Avukatlık Yasasının 163/son maddesi gereğince hesaplanan miktar olduğu gibi, aynı Yasanın 164/son maddesindeki sıralama koşulu bulunmamak kaydıyla müvekkil lehine yargılama gideri olarak hasma tahmil edilecek ücretin olduğunda duraksama olmamalıdır.

Dava sulh ile sonuçlandığında avukat; bu şekliyle müvekkilinden aralarındaki ücret sözleşmesinde kararlaştırılan miktarın tamamını veya sözleşme yoksa 163/son maddesi gereğince hesaplanacak miktarın tamamını ücret olarak isteyebileceği gibi, sanki davada mahkûm olmuşçasına sulh olunan miktara göre, hasmın yargılama gideri olarak müvekkile ödemesi gereken ücreti de isteyebilecektir. Avukat kendi müvekkilinden bu yolda belirlenecek ücretten fazlasını isteyemez. Müvekkilin borcunu ödemede müvekkil ile birlikte müteselsilen sorumlu olan hasmın sorumluluğu da bu miktardan fazla olamaz. Hasmın müteselsil sorumluluğunun tespitinde ise, özellikle avukat ile müvekkili arasında geçerli bir yazılı sözleşme bulunması durumunda, bu sözleşmenin sulhten sonra yapılmış olması, sulhten sonra yapılmış olmakla beraber, sulhten önceki bir tarihin atılması (HUMK.299.md.) veya muvazaalı olarak hasmı zararlandırmak amacıyla yapılıp da bu hususun iddia ve ispat edilmesi halinde, böyle bir sözleşmenin hasmı ilzam etmeyeceğinin, ancak müvekkili bağlayabileceğinin, bu halde de hasmın müteselsilen sorumluluk sınırının tespitinde yasanın 163/son maddesi hükmünün göz önünde tutulması gerekir.

Yargıtay 3. Hukuk Dairesinin;

26.9.2011 T. 2011/9308 E.- 2011/13607 K. sayılı ilamı;

Avukatlık Kanununun 165. maddesine göre, sulh ile sonuçlanan (ya da sulhun bir şartı olarak taraflarca öngörülen feragatle sonuçlanan) davalarda; tarafların vekilleri ile yaptıkları vekalet ücreti sözleşmesinden karşı tarafı müteselsil sorumlu tutmak için, mahkeme önünde yapılan vekalet ücreti sözleşmesinin yargılamayı sona erdiren taraf işleminden önce yapıldığının HUMK’nun 299. maddesinde öngörüldüğü koşullarla ispat edilmesi gerekir.

HUMK’nun 299. maddesi uyarınca imzası kabul edilen veya mahkemece onun olduğuna karar verilen resmi olmayan senet tarihi, imza eden ile mirasçıları hakkında geçerli olup, üçüncü kimseler haklarında sonuç doğurmaz. Bir senet kendisine sunulduğu noter veya yetkili memur tarafından usulüne göre onaylanmış ise, sunma tarihi ya da imzalayanlardan birinin ölüm tarihi veya resmi işleme esas alındığı tarih üçüncü şahıslar hakkında da geçerli sayılır. Somut olayda davacı ve davalı Halil arasındaki vekalet sözleşmesi, yukarıdaki ana koşulları taşımamaktadır.

O halde, mahkemece Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi hükümlerine göre dava konusu edilen müddeabih üzerinden hesap edilecek vekalet ücreti yerine, davacı tarafın müvekkili ile yaptığı sözleşmeden dolayı da müteselsil sorumlu tutularak vekalet ücretine hükmedilmesi doğru görülmemiştir.”

Aynı Dairenin 14.03.2012 T. 2012/1999 E.- 2012/6771 K. sayılı ilamı;

“…….icra takibi başlattıklarını ve hacizler yaptıklarını, davalı Keramettin Sayhan’ın diğer davalılar ile anlaşarak icra takiplerindeki alacaklarından feragat ettiğini, vekalet ücretlerinin ödenmediğini, Avukatlık Kanununun 165. maddesi gereğince avukatlık ücretlerinden davalıların müteselsil sorumlu bulunduklarını ileri sürerek davalılar hakkında başlattıkları takibe davalıların haksız itiraz ettiklerini belirterek itirazın iptali, takibin devamı ve %40 icra inkar tazminatı isteminde bulunmuşlardır.

Avukatlık Kanununun 165. maddesine göre “İş sahibinin birden, çok olması halinde bunlardan her biri, sulh veya her ne suretle olursa olsun taraflar arasında anlaşmayla sonuçlanan ve takipsiz bırakılan işlerde her iki taraf avukat ücretinin ödenmesi hususunda müteselsil borçlu sayılırlar” hükmü yer almaktadır.

Şu durumda davalıların sulh olmaları ile alacaklı K. S. diğer davalı borçlular hakkındaki icra takibinden vazgeçmiş ve davacı avukatların vekalet ücretleri ödenmemiştir. Avukatlık Kanununun 165. maddesi hükmüne göre sulh ile sonuçlanan işlerde her iki taraf avukatlık ücretinin ödenmesi hususunda avukata karşı müteselsilen sorumludurlar. Mahkemece, davalı borçluların da davacıların müvekkili olan, davalı alacaklı K.S. ile birlikte vekalet ücreti nedeniyle müteselsilen sorumlu tutulmaları gerekirken, davalı borçlular ile, aralarında vekalet ilişkisi bulunmadığından haklarındaki davanın husumet nedeniyle reddine karar verilmiş olması bozmayı gerektirmiştir…”

Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin :

22.2.1979 T. 1979/1692 E.-1979/2338 K. sayılı ilamı;

” …..Davacı ile müvekkil arasında geçerli bir ücret sözleşmesi bulunduğu ve Sulh şartı da gerçekleştiği takdirde davacı avukat, müvekkili ile sulh olan hasımlarından da sözleşme uyarınca gerçekleşen avukatlık ücretini isteyebilir.”

6.4.2009 T. 2008/9736 E. – 2009/4976 K. sayılı ilamı;

“Avukatlık Kanununun 165. maddesi gereğince her ne suretle olursa olsun taraflar arasında anlaşma ile sonuçlanan ve takipsiz bırakılan işlerde her iki taraf avukatlık ücretinin ödenmesi hususunda avukata karşı müteselsilen sorumludur. Ancak ücret sözleşmesi yazılı olan hallerde müvekkili olmayan tarafın sorumluluğu kendisinin tarafı olmadığı ücret sözleşmesindeki miktara değil, bu sözleşme yapılmamış olsa idi AAÜT uyarınca söz konusu olabilecek miktardır….”

3.7.2006 T. 2005/5778 E.-2006/840 K. sayılı ilamı

“Avukatlık Yasasının 165. maddesine göre, iş sahibinin birden çok olması halinde bunlardan her biri, sulh veya her ne suretle olursa olsun taraflar arasında anlaşma ile sonuçlanan ve takipsiz bırakılan işlerde her iki taraf avukat ücretinin ödenmesi hususunda müteselsilen borçlu sayılırlar.

Somut olayda, alacaklı ve borçlu arasındaki işin anlaşma ile sonuçlandığı ve takipsiz bırakıldığı belirgindir. Şu durumda, yasanın açık hükmü uyarınca davalılar avukatlık ücreti yönünden vekil sıfatını taşıyan davacılara karşı müteselsilen sorumludur. Ücret alacağının kapsamının belirlenmesi ve hüküm altına alınması gerekir. Mahkemece usul ve yasaya uymayan gerekçelerle davanın reddi doğru bulunmamış ve bozmayı gerektirmiştir…”

13/01/2016 T. 2015/2525 E. – 2016/299 K. sayılı ilamı;

“….Avukatlık Kanununun 165. maddesinde; “ İş sahibinin birden çok olması halinde bunlardan her biri, sulh veya her ne suretle olursa olsun taraflar arasında anlaşmayla sonuçlanan ve takipsiz bırakılan işlerde her iki taraf avukat ücretinin ödenmesi hususunda müteselsil borçlu sayılırlar.” hükmü düzenlenmiştir. Bu hüküm uyarınca; her iki tarafın müteselsilen sorumlu olduğu avukatlık ücreti, davanın kazanılması ya da takibin sonuçlanması halinde, yargılama gideri olarak hasma tahmil edilecek olan ücrettir.

Davacının kendi müvekkili ile arasındaki vekâlet ilişkisine göre hak ettiği akdi vekalet ücretinden, bu ilişkinin dışında bulunan davalı sorumlu tutulamaz. Avukatlık Kanununun 165. maddesi, vekalet ilişkisine göre alınacak ücreti kapsamamaktadır. Yanılgılı gerekçe ile Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi hükümlerine göre hesaplanan vekalet ücretinin yanı sıra, akdi vekalet ücretinden de davalının müteselsilen sorumlu tutulması usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerekmiştir…..”

Yargıtay 13. Hukuk Dairesinin:

26.6.2012 T.2011/14007 E.- 2012/16661 K. sayılı ilamı;

” ….davada, taraflara sulh olmaları nedeniyle, Avukatlık Kanununun 165. maddesi gereğince, gerek karşı taraf, gerekse müvekkilin ödemesi gereken akdi vekalet ücretinin davalılardan müteselsilen tahsili istemiyle eldeki davayı açmıştır.

Davanın dayanağını teşkil eden Avukatlık Kanununun 165. maddesinde, ‘‘sulh veya her ne suretle olursa olsun taraflar arasında anlaşma ile sonuçlanan ve takipsiz bırakılan işlerde her iki taraf, avukatlık ücretinin ödenmesi hususunda avukata karşı müteselsilen sorumludurlar” hükmü mevcut olup, bu sorumluluk, yargılama giderlerinden olan karşı taraf vekalet ücretini kapsadığı gibi, müvekkilin, ödemesi gereken akdi vekalet ücretini de kapsamaktadır. (Bkz. HGK.’ nun 16.2.1994 T. 1993/13-810 E. 1994/60 K. sayılı kararı) Burada, kanundan doğan teselsül hallerinden biri söz konusu olup, Borçlar Kanununun 142. maddesinde düzenlenen “alacaklı, müteselsil borçluların cümlesinden veya birinden borcunun tamamen veya kısmen edasını istemekte muhayyerdir” hükmüne göre, müteselsil sorumluluğun gereği olarak, sulh sözleşmesinin taraflarının her biri, her iki tür vekalet ücretinin de tamamından sorumludurlar. Buna göre alacaklı alacağının tamamını, her iki taraftan da talep edebileceği gibi, dilerse sadece birinden de talep edebilir. Dava konusu olayda davacı, gerek müvekkilin ödemesi gereken akdi vekalet ücretinin, gerekse karşı taraf vekalet ücretinin, her iki davalıdan da müteselsilen tahsilini talep ettiğine göre, mahkemece her iki tür vekalet ücretinin de davalılardan müteselsilen tahsiline karar verilmesi gerekirken, davanın hasım tarafı olan A. A. T. Sigorta Şirketinin, sadece karşı taraf vekalet ücreti nedeniyle sorumlu tutulmuş olması, usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirir….”

5.2.2013 T. 2012/5183 E.-2013/2304 K. sayılı ilamı;

”…. yargılama devam ederken, tarafların anlaşarak davaların feragatle sonuçlandırıldığı, davacıya vekalet ücretinin ödenmediği ve yazılı bir ücret sözleşmesinin bulunmadığı anlaşılmaktadır.

Avukatlık Kanununun 164. maddesinde “taraflar arasında yazılı bir ücret sözleşmesi bulunmadığı hallerde değeri para ile ölçülebilen dava ve işlerde asgari ücret tarifeleri altında kalmamak koşulu ile ücret itirazlarını incelemeye yetkili mercii tarafından davanın kazanılan bölümü için avukatın emeğine göre ilamın kesinleştiği tarihteki müddeabihin değerinin %10′ u ile %20′ si arasında bir miktarın avukatlık ücreti olarak belirleneceği” Avukatlık Yasasının 165.maddesinde ise, “sulh veya her ne suretle olursa olsun taraflar arasında anlaşma ile sonuçlanan ve takipsiz bırakılan işlerde her iki taraf, avukatlık ücretinin ödenmesi hususunda avukata karşı müteselsilen sorumludurlar” hükümleri mevcut olup, dava sulh ile sonuçlandığında, avukat müvekkilinden aralarındaki ücret sözleşmesinde kararlaştırılan miktarı isteyebileceği gibi davada sulh olunan miktara göre karşı tarafa yükletilen vekalet ücretini de isteyebilir. (Bkz. HGK.’nun 16.2.1994 ,T. 1993/13-810 E., 1994/60 K. sayılı kararı) Müteselsil sorumluluk gereğince aynı sorumluluk, müvekkille sulh olan karşı taraf için de geçerlidir. Avukatla müvekkili arasında ücret sözleşmesi bulunmaması (veya sözleşmenin geçersiz olması) halinde ise, müvekkilin ve müvekkille sulh anlaşması yapan hasmın, sulh olunan miktar üzerinden, Avukatlık Kanununun 164/son maddesinde düzenlenen (hasma tahmili gereken) vekalet ücretinden ve Avukatlık Kanununun 164/4. maddesinde düzenlenen (müvekkilin avukata ödemesi gereken) vekalet ücretinden müteselsilen sorumlu olduklarının kabulü gerekir.

…. sulh protokolü kapsamına göre, davalıların hangi miktar üzerinden sulh oldukları ve sulh sonucunda davalı S’ye kazandırılan menfaatin ne olduğu anlaşılamamaktadır. Hemen belirtmek gerekir ki, bu konudaki ispat yükümlülüğü davalılara aittir. Davalıların, davacı avukat tarafından takip edilen söz konusu davalarda, tarafların sulh olmaları nedeniyle, davaların müddeabihlerine göre davalı S’ye sağlanan menfaatin daha az bir miktar olduğunu ispat etmeleri durumunda vekalet ücretinin bu miktar üzerinden tespit ve takdir edilmesi gereklidir. Ancak bu hususun ispat edilememesi halinde ise vekalet ücretinin, söz konusu davaların müddeabihlerinin değerleri üzerinden ödenmesi gerektiği de kabul edilmelidir.

Davacı gerek Avukatlık Kanunun 164/4. maddesinde yer alan akdi vekalet ücretlerini, gerekse aynı Kanunun 164/son maddesinde yer alan yargılama giderlerinden olan ‘‘karşı taraf vekalet ücretlerini” talep etme hakkına sahip olup, eldeki davada da her iki tür vekalet ücretinin, davalılardan müteselsilen tahsilini istemiştir. O halde mahkemece, az yukarıda açıklanan hususlar ve sulh sonucunda davacının müvekkili olan davalı S’ye kazandırılan menfaatin ne olduğu konusundaki ispat yükümlülüğünün davalılarda olduğu, aksi halde sulhle sonuçlanan davaların müddeabihleri üzerinden her iki tür vekalet ücretine de hükmedilmesi gerektiği dikkate alınarak, bu yönde yapılacak inceleme ve değerlendirme sonucuna göre bir hüküm kurulması gerekirken, aksine düşüncelerle yazılı şekilde karar verilmiş olması usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirir….”

Şeklindedir.

Açıklanan yargı kararları, yasal mevzuat ve öğreti birlikte değerlendirildiğinde; Yargıtay Hukuk Genel Kurulu ile Yargıtay 3., 4. ve 13.Hukuk Dairelerinin istikrar kazanmış kararlarında, Avukatlık Kanununun 165.maddesinde “sulh veya her ne suretle olursa olsun taraflar arasında anlaşma ile sonuçlanan ve takipsiz bırakılan işlerde her iki taraf, avukatlık ücretinin ödenmesi hususunda avukata karşı müteselsilen sorumludurlar” hükmü doğrultusunda avukatlık ücreti kapsamına hem iş sahibi ile avukat arasındaki vekalet sözleşmesinden doğan akdi vekalet ücretinin, hem de davada haksız çıkması halinde karşı tarafa yargılama giderleri kapsamında yükletilen yasal vekalet ücretinin dahil olduğu kabul edilerek uygulama yapılmakta iken, Yargıtay 4. Hukuk Dairesi belirtilen son kararlarında bu görüşünden ayrılarak “avukatın kendi müvekkiliyle arasındaki vekâlet ilişkisine göre hak ettiği akdi vekalet ücretinden, bu ilişkinin dışında bulunan karşı tarafın sorumlu tutulamayacağı ve Avukatlık Kanununun 165. maddesinde belirtilen müteselsil sorumluluğun, vekalet ilişkisine göre alınacak ücreti kapsamadığı’’ görüşünü benimsemiş ve bu suretle Yargıtay 4. Hukuk dairesi ile Yargıtay Hukuk Genel Kurulu ve Yargıtay 3. ve 13 .Hukuk Dairesi kararları arasında görüş aykırılığı ortaya çıkmış, bu aykırılığın giderilmesi için içtihatların birleştirilmesi yoluna gidilerek konunun değerlendirilmesi sonucunda “sulh veya her ne suretle olursa olsun taraflar arasında anlaşma ile sonuçlanan ve takipsiz bırakılan işlerde her iki tarafın avukata karşı müteselsil olarak ödemekten sorumlu olacağı avukatlık ücreti kapsamına, karşı taraf açısından, avukat ile iş sahibi arasında yapılan avukatlık sözleşmesine göre avukata ödenmesi gereken akdi vekalet ücretinin girmeyeceği’’ yolundaki görüş oyçokluğu ile benimsenmiştir.

Avukatlık Kanunu incelendiğinde, “avukatlık sözleşmelerinin kapsamı’’ başlıklı 163. maddesinde avukatlık sözleşmelerinin hem belli bir hukuki yardımı, hem de bir meblağ veya değeri içermesi, gerektiği açıklanmış, bunu takiben 164. maddede ücret konusu “avukatlık ücreti” başlığı altında özel olarak ve ayrıntılı şekilde düzenlenmiş, 02.05.2001 tarihinde 4667 sayılı kanunun 77. maddesi ile maddede değişiklik yapılmıştır. Buna göre; 164. maddenin ilk dört fıkrasında, sözleşmedeki ücretin ne miktar olacağı, nasıl hesaplanacağı, taraflar arasında yazılı sözleşme bulunmaması halinde veya yazılı sözleşme olup da ücret kısmının belirsiz, geçersiz veya tartışmalı olması halinde bu ücretin nasıl belirleneceği hakkında hükümlere yer verilmiş, sözleşmeden doğmasından dolayı uygulamada bu ücret “akdi vekalet ücreti” olarak adlandırılmıştır. 164. maddenin son fıkrasının 02.05.2001 tarihli değişiklikten önceki halinde yer alan “avukatla iş sahibi arasında aksine yazılı sözleşme bulunmadıkça, tarifeye dayanarak karşı tarafa yüklenecek avukat ücretinin avukata ait olacağı” şeklindeki hüküm, 4667 sayılı kanunun 77. maddesi ile “kararla Tarifeye dayanılarak karşı tarafa yüklenecek vekalet ücreti de avukata aittir. Bu ücret iş sahibinin borcu nedeniyle takas ve mahsup edilemez, haczedilemez” şeklinde değiştirilmiştir. Yargılama gideri kapsamındaki kanuni düzenlemeden doğması nedeniyle de uygulamada bu ücret “yasal vekalet ücreti” olarak adlandırılmıştır. Maddenin üçüncü fıkrasında ise ücretsiz dava alınması halinde durumun baro yönetim kuruluna bildirilmesi gerektiği hususuna yer verilmiştir.

Bu düzenlemelerden; 164. maddede avukatlık ücretinin avukatın hukuki yardımının karşılığı olan meblağı veya değeri ifade eder şeklinde tanımlandığı anlaşılmaktadır. Yine aynı maddenin üçüncü fıkrası hükmüne göre kural olarak avukatın hukuki yardımının bir ücret karşılığı yapılması esas olup, yargılama gideri olan yasal vekalet ücretinin bir hukuki yardımın karşılığı değil ancak karşı yana haksız fiilden dolayı verilen bir zarar karşılığını içermesi ve bu ücretin kesin olarak avukata ait olacağını gösteren düzenlemenin 02.05.2001 tarihinde yapılan değişiklikle maddeye sonradan eklenmesi karşısında, avukatlık ücretinden asıl olarak anlaşılması gereken ücretin avukat ile müvekkili arasında düzenlenen sözleşmedeki akdi vekalet ücreti olduğu şüphesizdir. Öte yandan, sulh halinde avukat ücretinden müteselsil sorumluluğu düzenleyen 165. madde Avukatlık Kanununun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren kanunda yer almış, sadece 02.05.2001 tarihinde 4667 sayılı kânunun 78. maddesi ile yapılan değişiklikle sulhun kapsamı biraz daha genişletilerek “ her ne suretle olursa olsun taraflar arasında anlaşmayla sonuçlanan ve takipsiz bırakılan işler” de kapsama dahil edilmiş, sulhun yanında bu hallerin varlığı halinde de her iki tarafın avukat ücretinin ödenmesi hususunda müteselsil borçlu sayılacakları açıklanmıştır. Tüm bu hususlar itibariyle; 164. maddedeki avukatlık ücretinin avukatın hukuki yardımının karşılığı olan meblağı veya değeri ifade ettiğinin açık olmasına göre, 165. maddedeki müteselsil sorumluluğun bunu kapsamadığını ileri sürmek, avukat ücretinin 164. maddedeki tanımının dışına çıkmaktır. Kaldı ki; yargılama gideri olan yasal vekalet ücretinin yukarıda açıklandığı gibi bir hukuki yardımın değil, karşı yana haksız fiilden dolayı verilen bir zarar karşılığı olduğu da dikkate alındığında 165.maddenin avukatın hukuki yardımının asıl karşılığı olan akdi vekalet ücretini kapsadığında hiçbir duraksamaya yer vermemektedir. Yukarıda yer verilen örneklere göre, öğretideki ağırlıklı görüşün de bu yolda olduğu görülmektedir. Nitekim, akdi avukat ücretinden müteselsil sorumluluğa ilişkin benzer bir düzenlemeye Hukuk Muhakemeleri Kanununda yer verilmiş ve kanunun 329. maddesi ile “kötüniyetle veya haksız dava açılması hallerinde de ilgili tarafın, yargılama gideri olan vekalet ücreti dışında diğer tarafın vekiliyle aralarında kararlaştırılan ücreti ödemeye mahkum edilebileceği” hükmü getirilerek, vekalet sözleşmesinin tarafı olmayan kişinin de bu sözleşmeden doğan ücretten müteselsilen sorumlu tutulabileceği gösterilmiştir.

Diğer taraftan, 4721 sayılı Türk Medeni Kanununun 1. maddesinde “ kanun, sözüyle ve özüyle değindiği bütün konularda uygulanır ” hükmü mevcuttur. Buna göre bir kanunun uygulanmasında içeriğinin nasıl yorumlanması gerektiği açıktır: Hakim yorumda hükmün özü ve sözüyle bağlı olup, bunun dışına çıkan serbest yoruma başvuramaz. Yani; hakimin hareket noktası kanunun sözüdür ve hakim sadece sözü ile yetinmeyip, özüne de başvuracaktır. Kanunun özünün bulunmasında ise hakime önce kanunun sistematiği yardımcı olur. Yani hakim yorumlanacak hükmün kanunda bulunduğu yer ve diğer hükümlerle ilişkisini araştıracaktır. Çünkü kanun hükümleri birbirinden bağımsız olmayıp, belli bir mantığa uygun sıralanmıştır. ( Prof. Dr. Mustafa Dural- Prof.Dr. Suat Sarı Türk Özel H. cilt 1) Bu açıdan da bakıldığında; 1136 sayılı Avukatlık Kanununun; “avukatlık sözleşmesi – avukatlık ücreti – ücretten müteselsil sorumluluk” konularını düzenleyen 163, 164 ve 165. maddelerinin kanunda belli bir sıra ve sistematiği takip ederek dizilmesi, ayrıca 165. maddenin vekilin devre dışı bırakılması halinde, ücretini tahsil etmesi için getirilmiş bir müeyyide maddesi de olduğu dikkate alındığında, 165. madde gayet açıktır. Kanun boşluğu yoktur. Maddenin mevcut haliyle yoruma muhtaç bir yönü de bulunmamaktadır.

Hal böyle olunca; karşı tarafın müteselsil sorumluluğu açısından 165. maddenin akdi vekalet ücretini-kapsamadığını kabul etmek, yasanın açık hükümlerinin, yorum yoluyla başka bir anlam verilecek şekilde değiştirilmesi sonucunu doğurur ki; bu da özel bir kanun olan Avukatlık Kanununun çıkarılış amacına, yazılış tekniğine ve sistematiğine uygun düşmez.

Belirtilen hususlar birlikte değerlendirildiğinde; sayın çoğunluğun aksi yöndeki görüşlerine katılamıyoruz. 07.10.2018

KARŞI OY

1136 Sayılı Avukatlık Kanunun 165.maddesinde düzenlenen “Ücret dolayısıyla müteselsil Sorumluluk” hallerinden olan ‘‘sulh veya her ne suretle olursa olsun taraflar arasında anlaşma ile sonuçlanan ve takipsiz bırakılan işlerde’’ karşı tarafın avukatı lehine her iki tarafın müteselsil olarak ödenmesinden sorumlu olacağı avukatlık ücreti kapsamına avukat ile iş sahibi arasında yapılan avukatlık ücret sözleşmesine göre avukata ödenmesi gereken akdi vekalet ücretinin de girip girmediği konusundaki Yargıtay 3.Hukuk Dairesi, 13. Hukuk Dairesi ve Yargıtay hukuk Genel kurulunun içtihatları ile Yargıtay 4.Hukuk dairesi içtihatları arasında oluşan aykırılık Yargıtay kanunun 16/5 ve 45. Maddeleri uyarınca Yargıtay İçtihatları Birleştirme Büyük Genel kurulunda görüşülmüş, çoğunluk görüşü, müteselsil sorumluluk kapsamına avukatın iş sahibi ile yaptığı avukatlık sözleşmesinde kararlaştırılan akdi vekalet ücretinin girmediği şeklinde oluşmuş içtihat aykırılığı bu şekilde giderilmiştir.

Ancak, çoğunluk görüşüne aşağıdaki gerekçelerle katılmıyoruz,

1136 sayılı Avukatlık Kanunu 19.03.1969’da kabul edilmiş ve 07.04.1969 tarihli ve 13168 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmış olup bu kanuna, 02.05.2001 tarihli ve 4667 sayılı Avukatlık Kanunu’nda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun ile önemli değişiklikler getirilmiştir. 4667 sayılı bu yasa, 10.05.2001 tarihli ve 24398 sayılı Resmi Gazete ‘de yayımlanmıştır.

Avukatlık Yasası’nın 165. maddesi 2001 yılındaki değişiklik öncesinde “ İş sahibinin birden çok olması halinde bunlardan her biri, sulh ile sonuçlanan işlerde her iki taraf avukat ücretinin ödenmesi hususunda müteselsil borçlu sayılırlar” şeklinde iken yapılan değişiklik ile “ İş sahibinin birden çok olması halinde bunlardan her biri, sulh veya her ne suretle olursa olsun taraflar arasında anlaşmayla sonuçlanan ve takipsiz bırakılan işlerde her iki taraf avukat ücretinin ödenmesi hususunda müteselsil borçlu sayılırlar” şeklinde düzenlenerek uygulamaya açıklık getirilmek suretiyle kapsamı genişletilmiştir.

Bu kanun maddesinin değişiklik öncesi ve sonrasındaki Yargıtay uygulamasına bakılacak olursa;

Bu kanunun ilk halinin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren Av.K.m.165 kapsamında kalan uyuşmazlıklara ilişkin mahkeme kararlarının temyiz incelemesini yapan Yargıtay 4. HD kararları ‘‘..davacı ile müvekkili arasında geçerli bir ücret sözleşmesi bulunduğu ve sulh şartı da gerçekleştiği takdirde davacı avukat, müvekkili ile sulh olan hasımlarından da sözleşme uyarınca gerçekleşen avukatlık ücretini isteyebilir” (4.HD.22.02.1979T. E.979/1692, K.979/2338,20.12.1978 T. 1978/3672 E.-1978/14532 K.), şeklinde istikrarlı olarak devam etmiş,06.04.2009 Tarih 2008/9736 E..K2009/4976 K. sayılı kararı ile çoğunluk görüşü olarak …. Avukatlık kanunun 165. Maddesi gereğince her ne suretle olursa olsun taraflar arasında anlaşma ile sonuçlanan ve takipsiz bırakılan işlerde her iki taraf avukatlık ücretinin ödenmesi hususunda avukata karşı müteselsilen sorumludur. Ancak yazılı ücret sözleşmesi yapılmış olan hallerde müvekkili olmayan tarafın sorumluluğu kendisinin tarafı olmadığı ücret sözleşmesindeki miktara değil bu sözleşme yapılmamış olsa idi AAÜT uyarınca söz konusu olabilecek miktardır.” denilmiş ancak bu kararda “ Her iki ücretten sorumluluk iş sahibine aittir. Karşı taraf sadece AAÜT göre verilecek yasal ücretten sorumlu olur.” muhalif görüşü dile getirilmiştir. Yargıtay 4.Hukuk Dairesi 29.01.2015 T. 2014/3149 E-2015/1190 K. sayılı kararı ile önceki uygulama kapsamı daraltılarak “Avukatlık Kanunu’nun 165. maddesindeki düzenlemede; Bu hüküm uyarınca; her iki tarafın müteselsilen sorumlu olduğu avukatlık ücreti, davanın kazanılması ya da takibin sonuçlanması halinde, yargılama gideri olarak hasma tahmil edilecek olan ücrettir. Davacının kendi müvekkilleri ile arasındaki vekâlet ilişkisine göre hak ettiği akdi vekâlet ücretinden, bu ilişkinin dışında bulunan davalı sorumlu tutulamaz. Avukatlık Kanunu’nun 165. maddesi, vekâlet ilişkisine göre alınacak ücreti kapsamamaktadır. Yanılgılı gerekçe ile akdi vekâlet ücretinden de davalının müteselsilen sorumlu tutulması doğru değildir.» görüşü ile kararlar verilmiştir. Buna göre zaman içinde bu dairenin uygulaması önceleri tarafların sulh olmaları halinde her iki tarafın davacı avukata karşı müteselsilen sorumlu tutulduğu avukatlık ücreti kapsamına avukatın vekil edenle yaptığı avukatlık sözleşmesinde kararlaştırdıkları akdi vekalet ücreti ile karşı tarafa yüklenen ve yargılama giderlerinden olan yasal vekalet ücretini kapsar iken, 2015 sonrasında ise sadece karşı tarafa yüklenen yasal vekalet ücretinin müteselsil sorumluluk kapsamında olduğuna karar verilerek içtihat değişikliğine gitmiştir.

Yargıtay 13. Hukuk dairesi ise “….Dava sulh ile sonuçlandığında, avukat müvekkilinden aralarındaki ücret sözleşmesinde kararlaştırılan miktarı isteyebileceği gibi davada sulh olunan miktara göre karşı tarafa yükletilen vekalet ücretini de isteyebilir. (Bkz. HGK.’nun 16.2,1994 T. 1993/13-810 E., 1994/60 K. sayılı kararı) Müteselsil sorumluluk gereğince aynı sorumluluk, müvekkille sulh olan karşı taraf için de geçerlidir….” (Y 13.HD 05.02.2013 tarih ve 2012/5183 E., 2013/2304 K., 13.HD 26.06.2012 T. E.2011/14007 K. 2012/16661 ,Y 13 HD.17.04.2014 T.2014/5746 E. 2014/12167 K .,Y 13.hd 10.06.2014 T 2013/23299 E. 2014/18539 K ,Y. 13. HD .11.06.2015 T 2014/12481 E.2015/19258 K. şeklinde karar verilerek hem akdi hem de yasal vekalet ücretinin müteselsil sorumluluk kapsamında olduğu kabul edilmiştir.

Yargıtay Hukuk Genel kurulu ise ; “…Avukatlık Yasası’nın 165. maddesi gereğince sulh ile sonuçlanan işlerde her iki taraf avukat ücretinin ödenmesi konusunda avukata karşı müteselsilen sorumludurlar. Avukatın ücret alacağının kapsamında; avukat ile müvekkili arasında geçerli bir ücret sözleşmesi var ise bu sözleşmedeki miktar, sözleşme yok ise Avukatlık Yasası 163/son maddesi gereğince hesaplanacak miktar olduğu gibi aynı Yasa’nın 164/son maddesindeki sıralama koşulu bulunmamak kaydıyla müvekkil lehine yargılama gideri olarak hasma tahmil edilecek ücretin olduğunda duraksama olmamalıdır…..” (YHGK 16.2.1994 T. E. 1993/13-810, K. 1994/60, YHGK 07.11.2012 gün ve E:2012/13-218, K:2012/759 ,YHGK 29.03.2017 gün ve E: 2017/13-772 K: 2017/564 kararları ) şeklinde olup sulh halinde her iki tarafın akdi ve yasal vekalet ücretinden sorumlu olacağı belirtilmiştir.

Yargıtay 3. HD ise ; “…Av.K.m 165 ‘e göre sulh ile sonuçlanan işlerde her iki taraf, avukatlık ücretinin ödenmesi konusunda avukata karşı müteselsilen sorumlu olup hem avukat ile müvekkili arasında yapılan ücret sözleşmesindeki ücretten hem de mahkemenin hasım tarafa yükleteceği vekalet ücretinden müştereken ve müteselsilen sorumludurlar. …” (3.HD. 19.01.2009 Tarih E. 2008/21276, K.2009/9, ,.26.09.2011 T.2011/9308 E.2011/13607 ,14.03.2012 Tarih E. 2012/1999 K: 2012/6771) şeklinde , müteselsil sorumluluk kapsamına her iki tür vekalet ücretinin girdiği belirtilmiştir.

Yargıtay 3.Hukuk Dairesi, 13. Hukuk Dairesi ve Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun istikrar kazanan yargısal içtihatları ile Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 2015 yılına kadarki uygulaması 1136 Sayılı Av.K. m. 165’de düzenlenen tarafların Sulh halinde uyuşmazlıktaki her iki tarafın birlikte müteselsil sorumluluğunun taraf vekili olan avukatın iş sahibi ile yaptığı avukatlık ücret sözleşmesinde kararlaştırılan akdi vekalet ücreti ile Avukatlık Asgari Ücret tarifesi uyarınca haksız çıkan tarafa yüklenen ve yargılama giderleri kapsamında olan karşı taraf vekalet ücretinin olduğu şeklinde iken; Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 2015 yılı sonrasındaki kararlarında müteselsil sorumluluğun kapsamı karşı taraf lehine daraltılarak sadece karşı tarafa yüklenen yasal vekalet ücretinin girdiği, akdi vekalet ücretinin müteselsil sorumluluk kapsamında olmadığı şeklinde oluşmuş: böylece Yargıtay 4.Hukuk Dairesi kararları ile Yargıtay 3 HD ,13 HD ve YHGK kararları arasında aykırılık meydana gelmiştir.

1136 Sayılı Av.K. 165. maddesinde ücret dolayısıyla müteselsil sorumluluk hali olarak iki durum düzenlenmiştir. Birinci hal olarak ; birden çok iş sahibinin aynı avukata vekalet vermeleri durumundaki müteselsil sorumluluk hali olup bu durumda iş sahiplerinin bu avukata karşı avukatlık ücretinden müteselsil sorumlu olmaları durumudur. İkinci hal ise iş sahibi /vekil edenin hasım taraf ile “sulh olmaları veya anlaşarak işi takipsiz bırakmaları halinde” her iki tarafın birlikte avukat ücretinden müteselsil sorumlu olması durumudur.

Kanun maddesinin ilk kısmında düzenlenen birinci hal (birden çok iş sahibinin müteselsil sorumluluk hali) ile ikinci kısmındaki tarafların sulh veya her ne surette olursa olsun taraflar arasında anlaşma ile sonuçlanan ve takipsiz bırakılan işlerde her iki tarafın haksız çıkan karşı tarafa Avukatlık Asgari ücret tarifesine göre yükletilen vekalet ücretinden müteselsil sorumlu bulunduğu hususunda daireler arasında görüş ve içtihat aykırılığı bulunmamaktadır.

İçtihat aykırılığı tarafların sulh olması halinde her iki tarafın müteselsil sorumluluğu kapsamına avukatın iş sahibi ile yaptığı avukatlık sözleşmesinde kararlaştırılan akdi vekalet ücretinin girip girmediğine ilişkindir.

1136 Sayılı Avukatlık Kanununda Değişiklik Yapılmasına dair 02.05.2001 Tarih 4667 Sayılı Kanuna kadar, kanunda “Avukatlık Sözleşmesi” hakkında özel bir düzenleme olmayıp bu kanunla Av.K’da yapılan değişiklikle, Kanunun 11. kısım başlığı ”Avukatlık Sözleşmesi” olarak değiştirilmiştir. Aynı kanunun 163. Maddesinde Avukatlık sözleşmesi ; “Avukat ile hukuki yardıma ihtiyacı olan iş sahibi arasında, avukatın hukuki yardımda bulunmayı üstlendiği, iş sahibinin de kural olarak yapılan iş karşılığında avukata ücret ödeme borcu altına girdiği tam iki tarafa borç yükleyen şekil serbestisinin geçerli olduğu sözleşmedir “ şeklinde tanımlanmıştır. Avukatlık sözleşmesiyle, avukat, iş sahibine karşı belli bir hukuki yardımda bulunma, iş sahibi de bunun karşılığında avukata bir ücret ödeme borcu altına girmektedir.

Avukatlık Sözleşmesi, Borçlar Kanunu’nda düzenlenen vekalet sözleşmesine (İş görme sözleşmesi niteliği ile ) çok benzemekte ise de; Avukatlık sözleşmesi bünyesindeki «ücret» ile bu sözleşmeden farklı suigeneris bir sözleşmedir.

Bu sözleşmede şekil serbestisi ilkesi geçerli olup Avukatlık sözleşmesi serbestçe (yazılı / resmi / sözlü)düzenlenebilir. (Av.K.m.163) Yazılı olarak yapılmayan Avukatlık sözleşmeleri genel hükümlere göre (Yazılı olmayan sözleşmelerin ispatında HUMK m.288/HMK m.200 uyarınca yazılı belge aranacak, ispat yükü ise MK m. 6 ve HMK m. 190 ‘a göre ) ispatlanacaktır. Avukatlık sözleşmesinin bir tarafını baro levhasına kayıtlı olup işten yasaklı olmayan bir veya birden fazla Avukat, diğer tarafını iş sahibi oluşturur. Buna göre edimlerden birinin hukuki yardımı içerdiği bir sözleşmenin avukatlık sözleşmesi şeklinde nitelendirilebilmesi için söz konusu edimin “Avukat” sıfatını haiz kişilerce yerine getirilmesi gerekir.

Avukatlık sözleşmesinin unsurları; Belirli Bir Hukuki Yardımı içermesi, Tarafların Anlaşması, Baroya Tabi Bir Avukat ile yapılması ve Ücret unsurudur. İçtihadı birleştirmenin konusu avukatlık sözleşmesinin ücret unsuru ile ilgilidir. Avukatın iş sahibine vermiş olduğu hukuki yardım nedeniyle ücret isteme hakkı en başta gelen haklarındandır. Avukatlık kanuna göre avukatlık hizmetinin ücret karşılığı olarak yapılması zorunlu tutulmuştur. Bu unsur avukatlık sözleşmesi ile vekâlet sözleşmelerini ayıran farklardandır.

Avukatlık sözleşmesinin belli bir meblağ yahut değeri kapsaması gerekir. (Av.K.m. 163/1) Ücret , Vekalet sözleşmesinden farklı olarak avukatlık sözleşmesinin zorunlu bir unsurudur. Avukatın ücret almaması hali disiplin suçunu oluşturabilecektir. (Av.K. 164. Md göre Ücretsiz iş alma durumu Baro Yönetim Kuruluna bildirilmelidir.)

Sözleşmede avukatlık ücretinin kararlaştırılmamış olması veya avukatlık sözleşmelerinde ücret belirgin bir halde olmadığında Av.K.m. 164/IV’e göre avukat ücreti tespit edilir. Avukatlık ücreti; avukatlık sözleşmesinde taraflarca kararlaştırılan (kararlaştırılmadığında veya geçersiz olduğunda Av.k.m.l64/IV e göre tespit edilen ) akdi vekalet ücreti ile AAÜT uyarınca karşı tarafa yüklenen yargılama gideri niteliğinde olup mahkeme kararında taraf lehine hükmedilip Av.K.m. 164/son uyarınca avukata ait olan yasal vekalet ücretinden oluşmaktadır. Sonuçta avukatlık ücreti ifadesinin bu iki kalem vekalet ücretini kapsadığı ilgili kanun maddesinin açık düzenlemesi gereğidir. Avukatlık ücreti kapsamında yer alan yargılama gideri niteliğindeki yasal vekalet ücretinin sulh olmaları halinde tarafların ücret dolayısıyla müteselsil sorumluluk kapsamında olduğu konusunda görüş birliği mevcut iken akdi vekalet ücretinin ise müteselsil sorumlu olunan avukat ücreti kapsamına girip girmediği konusu içtihat farklılığını oluşturmuştur.

Akdi/sözleşmesel avukatlık ücretini belirlemede serbesti söz konusu ise de bu serbesti kanundaki sınırlar içinde geçerlidir. Akdi Vekalet ücretinde;

Taban Sınır; Avukatlık ücretinin alt sınırı (taban ücret) AK m. 164/4 göre AAÜT nin altında avukatlık ücreti kararlaştırılması yasaklanmıştır.

Tavan Sınır; Av.K. m. 164, f. 2’de “ avukatlık ücreti yüzde yirmi beşi aşmamak üzere, dava veya hükmolunacak şeyin değeri yahut paranın belli bir yüzdesi” olarak kararlaştırılabilir. Avukatlık ücret tavanını aşan sözleşmeler tavan miktarında geçerli olacaktır.

Nitelik Sınırı; Sözleşme, dava konusu para dışındaki mal ve haklardan bir kısmının aynen avukata ait olacağı hükmünü taşıyamaz.

Sözleşme Olmadığında (veya sözleşmenin geçersizliği halinde); Değeri para ile ölçülebilen dava ve işlerde asgari ücret tarifelerinin altında olmamak koşuluyla ücret itirazlarını incelemeye yetkili merci tarafından davanın kazanılan bölümü için avukatın emeğine göre ilâmın kesinleştiği tarihteki müddeabihin değerinin yüzde onu ile yüzde yirmisi arasındaki bir miktar avukatlık ücreti olarak belirlenir. Değeri para ile ölçülemeyen dava ve işlerde ise avukatlık asgari ücret tarifesi uygulanır.(Av.K. m 164/4)

Müteselsil Sorumluluk halinde; alacaklı, borcun tamamını veya bir kısmının ifasını, dilerse birden fazla olan borçluların hepsinden, dilerse yalnız birinden veya bir kısmından isteyebilir. Borçluların sorumluluğu, borcun tamamı ödeninceye kadar devam eder. Müteselsil sorumluluk sözleşmeden veya kanundan doğar. Av.K. 165. Maddesinde de İş sahibi olup hukuki yardım alan ile uyuşmazlıkta karşı tarafta yer alan karşı tarafın (hasmın) “sulh olmaları veya anlaşarak işi takipsiz bırakmaları halinde ” uyuşmazlığın her iki tarafının birlikte Müteselsil Sorumluluk hali de kanun hükmünden doğan bir müteselsil sorumluluk halidir.

Av.K.m. 165 ‘deki düzenlemede iş sahibinin birden fazla olması hali olan birinci hal ile tarafların sulh olmaları hali olan 2. durumda da müteselsil sorumlu olunanın “avukat Ücreti” olduğu açıkça kanun maddesinde belirtilmiştir. Bu düzenlemede müteselsil sorumluluk hali için avukat ücretinin kapsamını yorum yolu ile tespit ederken taraflar arasındaki avukatlık sözleşmesinde kararlaştırılan akdi ücreti kapsamaz denildiğinde iş sahibinin birden fazlalığı halindeki müteselsil sorumlulukta birden fazla olan iş sahiplerinin avukatlarına karşı sorumluluğu hangi ücretten olacaktır ? sorusu cevapsız kalacaktır. Buradaki düzenlemenin sadece karşı tarafa yüklenen yargılama gideri olan vekalet ücretini kapsamına aldığını düşündüğümüzde birlikte iş sahipliği olan ihtiyari veya mecburi dava arkadaşlığında aynı vekile vekalet verildiğinde ve karşı tarafın takip edilen işte haklı çıkması halinde iş sahiplerinin müteselsil sorumluluğunu doğuracak her hangi bir vekalet ücreti olmayacaktır. Kanun koyucunun Av.K. 165 deki düzenlemede “avukat ücretinden “ kastının bu olmadığı bu şekilde anlaşılmaktadır.

O halde kanun maddesindeki Avukat ücretinin kapsamına hangi vekalet ücretleri girmektedir veya hangi ücret anlaşılacaktır ?

Avukatlık Ücreti başlıklı Av.K. m. 164 de Avukatlık ücretinin kapsam ve türleri açıklanmıştır. Bu düzenlemede “avukatlık ücreti” nin tarifi yapılmış kapsamı belirtilmiş olup iş sahibi ile karşı tarafın müteselsilen sorumlu tutulacakları avukat ücretinin kapsamındaki ücretler bu maddedeki düzenlemede ; “akdi vekalet ücreti” (Av.K.m. 164/1 ) ile karşı tarafa yüklenen yargılama gideri kapsamında olup AAÜT ne göre hesaplanan ve taraf lehine hükmedilse de avukata ait olduğu belirtilen yasal vekalet ücreti (Av.K. m.164/son ) olarak kanun maddesinde açıkça belirtilmiştir. Av.K.m. 165 ‘e göre ise ; her iki taraf avukat ücretinin ödenmesi hususunda müteselsil borçlu sayılırlar.” Şeklinde olduğundan sorumluluğun avukatlık ücreti içinde yer alan her iki vekalet ücretini de kapsar şekilde belirtildiği çok açıktır.

Av.K.m.165 deki düzenlemede ifade edilen İş sahibi ve her iki tarafın müteselsil sorumlu oldukları “ Avukat Ücreti “ ibaresi aynı kanunun “avukatlık ücreti ” başlığını taşıyan 164. maddesindeki düzenlemede açıklanmıştır. 164. madde başlığı “Avukatlık Ücreti “ olup maddenin 1. Fıkrasında;

“Avukatlık ücreti, avukatın hukukî yardımının karşılığı olan meblâğı veya değeri ifade eder.” denilerek iş sahibi ile avukat arasındaki avukatlık sözleşmesi ile kurulan ilişki uyarınca iş sahibinin avukata ödemesi gereken “akdi vekalet ücretini”,

5. Fıkrasında ise

“Dava sonunda, kararla tarifeye dayanılarak karşı tarafa yüklenecek vekâlet ücreti avukata aittir.” denilmek suretiyle de karşı tarafa yargılama gideri olarak 6100 Sayılı HMK m.323 kapsamında olup hüküm tarihindeki AAÜT uyarınca dava türüne göre hesaplanarak yüklenen “yasal vekalet ücretini” kapsadığı anlaşılmaktadır.

Avukatın ücret alacağının kapsamında; 164/1 maddesindeki avukat ile müvekkili arasında yapılan ücret sözleşmesindeki akdi vekalet ücreti ile aynı Yasa’nın 164/son maddesindeki müvekkil lehine yargılama gideri olarak hasma tahmil edilecek ücretin olduğunda duraksama olmamalıdır.

Dava sulh ile sonuçlandığında; avukat, kendi müvekkilinden aralarındaki ücret sözleşmesinde kararlaştırılan miktarın tamamını ücret olarak isteyebileceği gibi, sanki davada mahkum olmuşçasına sulh olunan miktara göre hasmın yargılama gideri olarak müvekkile ödemesi gereken ücreti de isteyebilecektir. Sulh halinde, müvekkilin borcunu ödemede müvekkil ile birlikte müteselsilen sorumlu olan hasmın sorumluluğu da bu miktarda olmalıdır.

Avukatlık Kanunu 165.maddesinde yer alan hükümdeki amaç, avukatın ücret hakkını korumaktır. Zira maddenin gerekçesinde de kanun koyucu amacını “ 65 ve 166 ncı maddeler avukatlık ücretinin teminatını teşkil eden hükümler niteliğindedir. Nitekim anılan maddelerle ücret borçları bakımından müteselsil mesuliyet esası kabul edilmiş avukata hapis hakkı tanınmış ve avukatlık ücreti alacağının imtiyazlı olması öngörülmüştür.” Şeklinde açıklanmıştır. Bu ücret, akdi vekâlet ücretidir. Zira karşı tarafa yüklenen yargılama gideri olan yasal vekalet ücretinin tarafın vekiline ait olacağı Av.K.m. 164/son gereğidir. Öte yandan sulh halinde tarafların müteselsil sorumluluğu daraltılarak sadece mahkemece hükmedilecek yasal vekalet ücretine indirilmesi, maddenin birinci kısmındaki iş sahibinin bir den fazla olması halinde iş sahiplerinin her birinin sorumlu olacağı akdi vekalet ücreti ile de uyumluluk oluşturacaktır.

Av.K.m. 165 deki sorumluluk kanundan doğan müteselsil sorumluluk olarak değerlendirildiğinde, karşı tarafın vekili olan avukata akdi vekalet ücreti ödenmesi sonrasında sulh olan taraf karşı tarafa rücu hakkını kullanacak ve müteselsil sorumlu olarak ödemiş olduğu tüm parayı asıl borçlu olan avukatlık sözleşmesinin sorumlusundan talep edebilecektir.

Borçlar Hukuku ilkelerine göre sözleşmeler tarafları bakımından bağlayıcı olup tarafları için sonuç doğurur. Buna sözleşmelerin nisbiliği ilkesi denir. Ancak bazı kanun düzenlemelerde sözleşmenin tarafı olmayanlarında tarafı olmadıkları sözleşmelerden sorumluluğu düzenlenmiştir. Örneğin 6100 sayılı HMK nın 329. maddesinde; Kötü niyetle veya haksız dava açan tarafın yargılama giderlerinden başka diğer tarafın vekiliyle aralarında kararlaştırılan vekalet ücretinin tamamı veya bir kısmını ödemeye mahkum edilebileceği düzenlemesi getirilmiştir. Bu hükümle kanun koyucu sözleşmesel ilişkideki nisbilik ilkesinden ayrılarak karşı tarafı da akdi vekalet ücretinden sorumlu tutmuştur. Aynı şekilde, Av.K.m. 165 düzenlemesinde de avukatın iş sahibi olan tarafla yaptığı sözleşmede kararlaştırılan akdi vekalet ücretinden, sulhun tarafı olan hasım, kanun hükmü gereği sorumlu tutulmuştur. Kaldı ki, tarafın avukatı ile yaptığı sözleşmede kararlaştırılan akdi vekalet ücreti hasım tarafından ödenmesi halinde her zaman avukatlık sözleşmesinin tarafına rücu edilebileceğinden her hangi bir mağduriyet veya haksızlık da söz konusu olmayacaktır.

Konu ile ilgili olarak doktrindeki görüşlere baktığımızda ise;

Prof.Dr.Ejder YILMAZ “…İş sahibinin birden çok olması halinde bunlardan her biri , sulh veya her ne suretle olursa olsun taraflar arasında anlaşmayla sonuçlanan ve takipsiz bırakılan işlerde, her iki taraf avukat ücretinin ödenmesi hususunda müteselsil borçlu sayılırlar (Av.K.m. 165)      “(Hukuk muhakemeleri kanunu Şerhi, değiştirilmiş 2.Baskı, Yetkin Yayınları 2013, Sh.1453 vd.).

Prof. Dr. Saim ÜSTÜNDAG “…. İhtilafın sulhen halledilmesi durumlarında her iki taraf avukat ücretlerinin ödenmesi hususunda müteselsil borçlu sayılırlar….Demek oluyor ki, hasmın diğer tarafın vekili ile yapmış olduğu ücret anlaşmasındaki vekalet ücreti ile sorumlu tutulabilmesi için, bu ücret sözleşmesinin tarihinin m.299 uyarınca resmiyet kazanmış olması gerekir….” ( Medeni Yargılama Hukuku Cilt 1-11,6.Bası İstanbul 1997 Sh. 768 vd.),

Prof.Dr.Baki KURU “…Taraflardan biri vekilini haksız olarak azlettikten kısa bir süre sonra karşı tarafla sulh olursa, azledilen vekil müvekkilinden hem ücret sözleşmesi ile kararlaştırılmış olan (ücret sözleşmesi yoksa tarifelerde yazılı) vekalet ücretini hemde mahkemenin sulh halinde müvekkili lehine hükmedeceği vekalet ücretini isteyebilir.(AK m. 174,II; m.164/son )…….Bundan başka davanın sulh ile sonuçlanması halinde, karşı taraf da (yani davanın her iki tarafı) vekil ile müvekkilin kararlaştırmış oldukları vekalet ücretinin ödenmesi hususunda müteselsil borçlu sayılırlar.” (Hukuk Muhakemeleri Usulü ,6.Bası,CiltVI 2001, Sh.3767 vd.).

Prof.Dr.Hakan PEKCANITEZ “…Avukatlık Kanuna göre (m. 165 ) ,iş sahibinin birden çok olması halinde bunlardan her biri, sulh veya her ne suretle olursa olsun taraflar arasında anlaşmayla sonuçlanan ve takipsiz bırakılan işlerde her iki taraf avukatlık ücretinin ödenmesi hususunda müteselsil borçlu sayılırlar….’’(PekcanıtezUsul,Medeni Usul Hukuku 15.Bası,lstanbul 2017 ,sh.2409).

Dr.Özcan GÜNERGÖK “..AK. m. 165 tarafların müteselsilen sorumlu olacağı avukatlık ücreti konusunda , avukatlık sözleşmesinden doğan ücret ile yargılama gideri olan tarifeye göre hakim tarafından hükmedilen avukatlık ücreti arasında bir ayrım yapılmamıştır…” (.(Avukatlık Sözleşmesi, Seçkin,Ankara,2003 Sh. 147 vd).

Yrd.Doç.Dr. Türker YALÇINDURAN ; “..Vekalet Ücreti alacağından bir üçüncü kişinin de sorumlu tutulabilmesine ilişkin özel bir düzenleme Avukatlık kanununda yer almaktadır. AK.m. 165 ‘e göre sulh veya her ne suretle olursa olsun taraflar arasında anlaşmayla sonuçlanan ve takipsiz bırakılan işlerde her iki taraf avukat ücretinin ödenmesi hususunda müteselsil borçlu sayılırlar.

……..

AK.m.165 ‘te sulhten dolayı tarafların müteselsilen sorumlu olacağı avukatlık ücretine ilişkin olarak akdi ücret ile yargılama gideri mahiyetinde hakim tarafından hükmedilen avukatlık ücreti arasında her hangi bir ayırım yapmamıştır.(Vekalet Sözleşmesinde Ücret ,2.Baskı .Yetkin yayınları 2007 Sh.197 vd),

Tülin KURTOGLU “..Tarafların vekalet ücretinden müteselsil sorumluluklarının bulunduğu durumda avukatın talep edebileceği vekalet ücreti gerek müvekkili ile aralarındaki sözleşmeden kaynaklanan “akdi vekalet ücreti ” gerekse yasadan kaynaklanan ve yargılama giderlerinden olan “karşı taraf vekalet ücreti ” dir. Gerçektende AV K 165 maddesinde avukatlık sözleşmesinden doğan akdi vekalet ücreti ile yargılama giderlerinden olan karşı taraf vekalet ücreti yönünden bir ayrım yapılmamıştır. Bu nedenle gerek doktrinde gerekse Yargıtay kararlarında , söz konusu maddenin her iki tür vekalet ücretini de kapsadığı kabul edilmektedir.” .(Akdi vekalet ücreti Ve Avukatın Hukuki sorumluluğu, Ankara 2016, Sh.205;) şeklindedir.

Görüldüğü gibi, doktrinde de ağırlıklı görüş Av.K.m. 165 de düzenlenen müteselsil sorumluluk kapsamına akdi ve yasal vekalet ücretinin girdiği yönündedir.

SONUÇ OLARAK ; Av.K. m. 165 de düzenlenen tarafların sulhu halinde Ücret dolayısıyla müteselsil sorumluluk kapsamına; avukat ile müvekkili arasındaki avukatlık sözleşmesinde kararlaştırılan akdi vekalet ücreti ile yargılama giderlerinden olup hasma yükletilen yasal vekalet ücretinin birlikte girdiği, her iki tarafın , avukat ücreti olarak hem akdi vekalet ücretinden hem de yasal vekalet ücretinden müteselsilen sorumlu oldukları görüşünde olduğumuzdan ; Sayın çoğunluğun müteselsil sorumluluk kapsamına akdi vekalet ücretinin girmediği görüşüne katılmamaktayız. 15.10.2018

KARSI OY

1- İçtihatların birleştirilmesine konu ihtilaf, Avukatlık Kanunu’nun 165.maddesinde yer alan “İş sahibinin birden çok olması halinde bunlardan her biri, sulh veya her ne suretle olursa olsun taraflar arasında anlaşmayla sonuçlanan ve takipsiz bırakılan işlerde her iki taraf, avukat ücretinin ödenmesi hususunda müteselsil borçlu sayılırlar” hükmünde yer alan “avukat ücreti” tabirinin, sadece mahkeme tarafından HMK m. 323 kapsamındaki, AAÜT uyarınca hüküm olunacak vekalet ücretini mi yoksa aynı zamanda vekil ile müvekkil arasında yapılan akdi vekalet ücretini de mi kapsayacağı hususuna ilişkindir.

2- Her şeyden önce vekalet sözleşmeleri sebebiyle ödenecek ücrete ilişkin olarak 6100 S. HMK. 1136 S. Avukatlık Kanunu ve 6098 S. TBK’da ayrı ayrı düzenlemeler olduğunu unutmamak ve tüm düzenlemeleri birlikte ele almak gerektiğini gözden kaçırmamak gerekir.

3- 6100 S. HMK m. 323 te avukatlık ücreti yargılama giderleri arasında sayılmış, m. 326 ve 330 da yargılama giderlerinden davayı kaybeden tarafın sorumlu olacağı ve vekille takip edilen işlerde yargılama sonunda davayı kazanan taraf lehine hüküm kurulacağı ifade edilmiş, 1136 S. Avukatlık Kanunun 164/son maddesinde ise taraf lehine hüküm kurulsa bile bu ücretin avukata ait olacağı düzenlenmiştir.

4- Konunun çözüme kavuşturulması için öncelikle “avukatlık ücreti” kavramının ne olduğu hususunun açıklığa kavuşturulması, akabinde de avukatlık ücretinden sorumluluğun tartışılması gerekmektedir.

5- 1136 S. Av. K.’nın 164.maddesindeki açık düzenlemeden, “avukatlık ücreti” kavramanın kapsamına, avukat ile müvekkil arasında yapılan ücret sözleşmesi ile kararlaştırılan “akdi vekalet ücreti” ile mahkemece yapılan yargılama sonucunda HMK 326 ve 329.maddeleri uyarınca taraf lehine AAÜT uyarınca hüküm olunan vekalet ücretinin her ikisinin de girdiği hususunda bir tereddüt bulunmamaktadır.

6- Tartışmaya konu Av. K. 165.maddesinde, sulh ve sulh benzeri tavırlarla tarafların anlaşması halinde, avukatlık ücretinden hem avukatın temsil ettiği müvekkil, hem de uyuşmazlığın karşı tarafında bulunan ve avukatın müvekkiliyle sulh olan kişi birlikte müteselsilen sorumlu tutulmuştur. Avukat söz konusu sulh sözleşmesinin içerisinde yer almış olabileceği gibi, müvekkili tarafından ondan habersiz olarak da gerçekleştirilmiş olabilir. Şüphesiz vekil, kendisinin yer aldığı sözleşmede, akdi vekalet ücretinden vazgeçmiş veya daha az bir miktara rıza göstermiş de olabilir.

7- Kanun koyucu, özellikle vekilin saf dışı bırakılması halinin önüne geçebilmek amacıyla, vekalet sözleşmesinin tarafı olmayan karşı tarafı da akdi vekalet ücretinden kanunen sorumlu tutmak istemiştir. Diğer bir anlatımla, taraflar helalleşecek ise avukatın da hak edeceği bedeli ona ödemeli, ya da avukatlık ücreti ödenmek istenmiyorsa onun da bu sözleşmeye rızası alınmalıdır. Söz konusu sorumluluk, sözleşmeden doğmamış olup, kanundan doğan bir sorumluluk olmakla, toplantı sırasında söz alan bazı üyelerce, sözleşmelerin nisbiliği ilkesi uyarınca, sözleşme hükmünün ancak taraflarına borç yükleyeceği, sulha katılan üçüncü kişiyi bağlamayacağına ilişkin görüşlerde isabet bulunmamaktadır. Nitekim, HMK m. 329 da, kötü niyetle dava açan taraf aleyhine, mahkemece, karşı tarafın kendi vekiliyle yapmış olduğu akdi vekalet ücretinin tamamına hüküm olunacağı düzenlemesi getirilmiş, burada da, vekalet sözleşmesinin tarafı olmayan kötü niyetli davacı, hakimin takdiri doğrultusunda bu ücretten kanunen sorumlu tutulmuştur.

8- Kanun koyucu, HMK m. 165 te, sulh halinde, sadece müvekkilin değil, aynı zamanda sulhün karşının da sorumlu olacağı vekalet ücretini düzenlemiş olup, çoğunluk görüşünü savunan üyeler tarafından, maddedeki sorumluluk kapsamı yönünden, sulh olan müvekkilin hem akdi, hem de tarife uyarınca vekalet ücretinden sorumlu olduğu, buna karşılık sulhün karşı tarafının ise, sadece tarife gereği vekalet ücretinden sorumlu olduğunu ifade etmeleri kanımca çelişkili olmuştur.

9- 1982 Anayasamızın temel esası kuvvetler ayrılığı prensibine dayalı olup, yasama organı tarafından çıkarılan kanunların hak ve nesafet kurallarıyla bağdaşmadığı gerekçesiyle uygulanmaması hukuk devleti ilkesi ve anılan kuvvetler ayrılığı prensibine aykırı olacaktır. Şüphesiz tüm kanunların hak ve nesafet kurallarıyla bağdaştığını söylemek doğru olmasa da, değiştirilinceye veya kaldırılıncaya kadar kanunlar, devletin bütün organları gibi, yargı organları için de bağlayıcı olacaktır. Öte yandan, kanundaki düzenlemenin hak ve nesafetle bağdaşmadığını söylemek de çok doğru olmayacaktır.

10- Çoğunluk görüşü savunanlardan bir kısmı üyeler tarafından, böyle bir düzenlemenin hak ve nesafet kurallarıyla bağdaşmadığı ve tarafların helalleşmesinin önünde bir engel olduğu ve 07.06.2012 tarih ve 6325 sayılı Hukuk Uyuşmazlıklarında Arabuluculuk Kanunu hükümleriyle de bağdaşmadığı, avukata ödenecek ücretin uzlaşmayı ve sulhu önleyeceği kaygısı isabetli değildir. Bu tarz kaygılara temel olan kurgu, henüz daha davanın başında, dosyaya ve ihtilafın çözümüne katkı sağlamamış olan avukatların, tüm akdi vekalet ücretini kendi müvekkilinden değil, karşı taraftan almaya çalışarak düzenlemeyi istismar aracı olarak kullanacağı ve bu durumun da ihtilaflarda tarafların sulh olmasını önleyeceği düşüncesine dayanmaktadır.

11- Her şeyden önce, tarafların uyuşmazlıklarla ilgili olarak bir avukatı vekil tayin etmek zorunda olmadığı, vekillerin, TBK m. 506-508 uyarınca, ağırlaştırılmış sadakat, özen, basiretli vekil gibi davranma ve hesap verme borçları olduğu ve en ufak kusurundan bile müvekkiline verdiği zararın tamamından sorumlu olacağı unutulmamalıdır. Birçok somut vakada, taraflar arasındaki sulh hadiselerinin çoğu zaman vekiller aracılığıyla olgunlaştırıldığı ancak, vekil devreden çıkarılarak sulhlerin yapıldığı veya uzun süren yargılama sonunda tam lehe karar verileceği zaman, avukatın saf dışı bırakılarak müvekkil tarafından sulh olunduğu gibi kurgular karşısında, ağır sorumluluk koşulları altında ihtilafın çözümüne katkı sunan avukatların emeğinin karşılığını alamaması sonucuyla karşılaşılabildiği dikkatlerden kaçmamalıdır. Esasen kanun koyucu, tercih hakkını kullanarak, böylesi olasılıkları da göz önünde bulundurarak, sulh halinde avukatların da emekleri oranında haklarını almasına olanak sağlamak istemiştir.

12- Özellikle uzun yıllar sürecek bir ihtilafla ilgili olarak vekalet sözleşmesi kurulduktan hemen sonra sulh olunması, avukatın bir katkısı olmaksızın sulh olunması, avukat işle ilgilenmediği için düşük miktarda alacağa razı olunarak sulh olunması gibi hallerde, avukatın akdi vekalet ücretinin tamamını müvekkilinden veya sulhün karşı tarafından istemesi hukuka ve hakkaniyete uygun olmayacağı açıktır. Bu gibi haksız durumların varlığı halinde yine hukuk içerisinde bir çok fren mekanizması da bulunmaktadır.

13- Vekilden izinsiz olarak yapılan sulh sözleşmesi o iş için vekalet sözleşmesini sona erdiren bir hal olup, TBK m. 512 den hareketle, vekil müvekkilinden sona eren sözleşme nedeniyle ancak kendi gerçek zararını isteyebilecektir. Elbette vekilin zararının hem akdi vekalet ücreti, hem de tarife uyarınca vekalet ücreti olduğu düşünülebilir. Ancak, gerçek zarar, uğranılan kayıptan, faydalanılan yararın düşülmesiyle bulunacak, olup gerçek zarardan daha fazlasının talep edilmesi sebepsiz zenginleşme yasağının ihlali olacaktır. Bu bağlamda, vekilin uzun yıllar davaya girmekten ve dilekçe yazmaktan kurtulmuş olacağı için göreceği faydanın, alacağı akdi vekalet ücretinden indirilmesi gerekir.

14- Bir hukuki ilişki kapsamında gerçek zararın nasıl hesaplanacağı TBK m. 50 – 52 arasında düzenlenmiş olup, hüküm olunacak tazminat, hiçbir şekilde gerçek zarar miktarını geçemeyecektir. Anılan maddeler uyarınca vekalet ilişkisinde avukatın ihtilafla ve davayla ilgilenmemesi halinde, her ne kadar vekalet sözleşmesi karşı tarafla yapılan sulh ile sona ermiş olsa bile mahkemece, Av. K. 165.maddesi uyarınca, müvekkilin avukata her hangi bir tazminat borcunun doğmayacağı kabul edilebileceği gibi, kusur durumuna orantılı olarak gerekli indirimin yapılması da mümkündür. Bizzat müvekkile karşı açılacak davalarda geçerli olan tazminat sorumluluk sınırı, şüphesiz, Av. K. m. 165 uyarınca sorumlu kılınan sulh karşı taraf için de geçerli olacaktır.

15- Sulhten sonra ve Av. K. m. 165 deki düzenlemenin istismar aracı olarak avukatla müvekkili arasında geçmiş tarihli ve yüksek oranlı vekalet ücreti düzenlenmesinin karşı tarafı zor durumda bırakacağı kaygısı da yersizdir. Bu hususta hem TBK’da, hem Av. K. da, hem de ceza kanunlarında birçok fren mekanizmasının bulunduğu hatırdan çıkarılmamalıdır. Söz gelimi, avukatlık ücret sözleşmelerinde, Av. K. m. 164 uyarınca ücret tavanları getirilmiş olup, bu oran müddeabihin %10’dan aşağı olamayacak, %20’sini de geçemeyecek, geçen kısım ise kanunen geçersiz kabul edilecektir. Keza sözleşmenin sonradan yapıldığı da çeşitli ispat vasıtalarıyla ispatlanabilecektir. Bununla birlikte, Av. K. m. 165 deki düzenleme karşısında, karşı tarafla sulh olan kişinin, anılan düzenlemeyi de dikkate alması, sulh sözleşmesini ona göre yapması veya sözleşmeye avukatın da katılmasını istemesi gerekir. Bu noktada kanunu bilmemek mazeret sayılamaz.

16-  Çoğunluk görüşü kapsamında bir kısım üyelerin kanunda örtülü boşluk olduğu hususundaki yaklaşımı da kanımca isabetli değildir. Öğretide sayılan kanun boşluğu türleri arasında, “örtülü boşluk” türü de var ise de, bu boşluk türü, kanunun sözü ile özünün bağdaşmadığı hususlarda ve başka bir kural/kanun maddesi ile çatışması halinde söz konusu olabilecek olup (Bkz. Seyfullah Ediş, Medeni Hukuka Giriş ve Başlangıç Hükümleri, A.Ü.H.F.Yayınları, 1997), örtülü boşluğun varlığını gerektirebilecek her iki durum da somut olayda söz konusu değildir. Kanun koyucu açık bir tercihte bulunmuş ve düzenlediği konuya hukuki sonuç da bağlamıştır. Başka bir kanun maddesi ile çatışma durumu da yoktur. Kanun boşluklarının öncelikle ve özellikle kıyasa başvurma yoluyla ya da hukukun genel ilkeleriyle (hakkaniyet, dürüstlük kuralı, kişilik hakları, hukuki güvenlik ilkesi, sosyal hukuk devleti vs.) doldurulması gerekir. Kanun boşluğu doldurulurken kazuistik yöntemden kaçınılması ve sadece o somut vaka için kanun boşluğunun doldurulması gerekir. Benzer tüm hadiselerde uygulanacak olması nedeniyle bir nevi genel düzenleyici işlem mahiyetindeki İBK ile kanun boşluğunun doldurulması doğru değildir. Kanun boşluğunu doldurmak kanun yolu mercilerinin değil, maddi vakayı değerlendiren ilk derece veya bölge adliye mahkemelerince yapılması gerekir. Kaldı ki, bir an için kanunda örtülü boşluk olduğu düşünülse bile, boşluğun bu şekilde doldurulması da doğru değildir. HMK’nın 329.maddesinde benzer bir düzenleme olduğuna ve vekalet sözleşmesinin tarafı olmayan davacı, karşı tarafın akdi vekalet ücretinden sorumlu tutulduğuna göre en azından, tarafların iyi / kötü niyetine göre bir boşluk doldurma yönteminin benimsenmesi gerekir iken, her türlü ihtimalde avukatın iyi niyetli olmadığı yaklaşımı doğru olmayıp, müvekkillerin ve onu azmettiren karşı tarafın da, sırf avukata ödenecek ücreti engelleyecek şekilde, kötü niyetle sulh sözleşmeleri yapabilecekleri de gözden uzak tutulmamalıdır.

Yukarıda anılan nedenlerle, Av. K. m. 165’teki “avukat ücreti” tabirinin, müvekkil yönünden hem akdi, hem de yargılama gideri olarak hüküm olunacak tarife uyarınca ücreti, buna karşılık, sulha katılan karşı taraf yönünden ise sadece yargılama gideri olarak hüküm olunacak tarife uyarınca ücreti kapsadığına ilişkin İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurulu sayın çoğunluk üyelerinin görüşlerine katılmıyorum.

Evlenme ve Boşanma İstatistikleri, 2021

Evlenen çiftlerin sayısı 2021 yılında 561 bin 710 oldu

Evlenen çiftlerin sayısı 2020 yılında 488 bin 335 iken 2021 yılında 561 bin 710 oldu. Bin nüfus başına düşen evlenme sayısını ifade eden kaba evlenme hızı 2021 yılında binde 6,68 olarak gerçekleşti.

Evlenme sayısı ve kaba evlenme hızı, 2001-2021

Bu tabloda pandemi nedeniyle kısıtlamaların artmasıyla insanların evliliklerini erteledikleri ve 2020 yılında bu sebeplerle evlilik rakamlarının düştüğü gözlenmektedir.

Boşanan çiftlerin sayısı 2021 yılında 174 bin 85 oldu

Boşanan çiftlerin sayısı 2020 yılında 136 bin 570 iken 2021 yılında 174 bin 85 oldu. Bin nüfus başına düşen boşanma sayısını ifade eden kaba boşanma hızı 2021 yılında binde 2,07 olarak gerçekleşti.

Boşanma sayısı ve kaba boşanma hızı, 2001-2021

Yine darbe girişimi sonrası hakimlerin görevden alınıp adliyelerin işlemez olduğu 2016 ve 2017 yıllarında ve pandeminin etkisiyle adliyelerin uzunca bir süre kapalı olmasından kaynaklı 2020 yılında bir düşüş gözlenmekte, ancak 20 yıllık süreçte boşanma hızında sürekli bir artış yaşanmaktadır.

Ortalama ilk evlenme yaşı yükseldi

Yıllara göre ortalama ilk evlenme yaşı incelendiğinde, her iki cinsiyette de ilk evlenme yaşının arttığı görüldü. Ortalama ilk evlenme yaşı 2021 yılında erkeklerde 28,1 iken kadınlarda 25,4 oldu. Erkek ile kadın arasındaki ortalama ilk evlenme yaş farkı ise 2,7 yaş olarak gerçekleşti. Kadınların iş hayatına adapte olması, toplumsal baskının azalması, ekonomik vb sebeplerle evlenme yaşı gittikçe arttı.

Cinsiyete göre ortalama ilk evlenme yaşı, 2001-2021

Kaba evlenme hızının en yüksek olduğu il, binde 8,27 ile Kilis oldu

Kaba evlenme hızının 2021 yılında en yüksek olduğu il, binde 8,27 ile Kilis oldu. Bu ili binde 8,06 ile Şanlıurfa, binde 7,99 ile Adıyaman izledi. Kaba evlenme hızının en düşük olduğu il ise binde 4,86 ile Gümüşhane oldu. Bu ili binde 5,11 ile Tunceli, binde 5,22 ile Bayburt izledi.

Kaba evlenme hızının en yüksek ve en düşük olduğu 10 il, 2021

Aylara göre evlenme sayılarında önemli farklılıklar görüldü

Evlenme sayısı aylara göre incelendiğinde, 2021 yılında Ocak ve Şubat ayları hariç diğer aylarda bir önceki yılın aynı aylarına göre artış görüldü. Evlenme sayısında Nisan ve Mayıs aylarında hem pandemiye bağlı tam kapanma hem de Ramazan ayının etkisiyle bir azalma görülürken Haziran ayında önemli bir artış görüldü. Evlenme sayısı 2021 yılı Mayıs ayında 21 bin 676 iken 3,5 kat artarak Haziran ayında 75 bin 137 oldu.

Aylara göre evlenme sayısı, 2019-2021

Yabancı damatların sayısı 4 bin 976 iken yabancı gelinlerin sayısı 23 bin 687 oldu

Toplam evlenmeler içinde yabancı kişiler ile evlenmeler incelendiğinde, yabancı damatların sayısı 2021 yılında 4 bin 976 olup toplam damatların %0,9’unu oluştururken yabancı gelinlerin sayısı 23 bin 687 olup toplam gelinlerin %4,2’sini oluşturdu.

Uyruklarına göre yabancı damatların oranı, 2021                        Uyruklarına göre yabancı gelinlerin oranı, 2021

Yabancı damatlar uyruklarına göre incelendiğinde, yabancı damatlar içinde %25,2 ile Alman damatlar birinci sırada yer aldı. Alman damatları %20,7 ile Suriyeli damatlar ve %5,5 ile Avusturyalı damatlar izledi.

Yabancı gelinler uyruklarına göre incelendiğinde, yabancı gelinler içinde %14,6 ile Suriyeli gelinler birinci sırada yer aldı. Suriyeli gelinleri %10,1 ile Azerbaycanlı gelinler ve %9,8 ile Özbek gelinler izledi.

Kaba boşanma hızının en yüksek olduğu il, binde 3,04 ile İzmir oldu

Kaba boşanma hızının 2021 yılında en yüksek olduğu il, binde 3,04 ile İzmir oldu. Bu ili binde 3,01 ile Antalya, binde 2,93 ile Uşak izledi. Kaba boşanma hızının en düşük olduğu il ise binde 0,38 ile Şırnak oldu. Bu ili binde 0,40 ile Hakkari, binde 0,46 ile Siirt ve Muş izledi.

Verilerden ve karşılaştığım boşanma davalarından gördüğüm üzere doğu illerinde akraba evliliği en sık görülmekte ve boşanma hala namus meselesi olarak hissedilmektedir.

Kaba boşanma hızının en yüksek ve en düşük olduğu 10 il, 2021

Aylara göre boşanma sayılarında önemli farklılıklar görüldü

Boşanma sayısı aylara göre incelendiğinde, adli tatil nedeniyle Ağustos ayında önemli bir azalma görüldü. Boşanma sayısı, 2021 yılının Ağustos ayında 3 bin 779 iken adli tatil sonrası Eylül ayında 5,8 kat artarak 21 bin 955 oldu.

Aylara göre boşanma sayısı, 2019-2021

Boşanmaların %33,6’sı evliliğin ilk beş yılı içinde gerçekleşti

Evlilik süresine göre boşanmalar incelendiğinde, 2021 yılında gerçekleşen boşanmaların %33,6’sı evliliğin ilk 5 yılı, %20,9’u ise evliliğin 6-10 yılı içinde gerçekleşti.

Evlilik süresine göre boşanmaların oranı, 2021

Son bir yıl içindeki boşanma olaylarından 165 bin 937 çocuk etkilendi

Kesinleşen boşanma davaları sonucunda 2021 yılında 174 bin 85 çift boşanırken 165 bin 937 çocuk velayete verildi. Boşanma davaları sonucu, çocukların velayetinin çoğunlukla anneye verildiği görüldü. Çocukların velayetinin 2021 yılında %76,1’i anneye, %23,9’u babaya verildi.

Velayetini aldığı çocuk sayısına göre boşanan kişi sayısı (2010-2021)

Velayetini aldığı çocuk sayısına göre boşanan kişiler incelendiğinde, çocuğu olup boşananların %60’a yakınının tek çocuklu olduğunu, çocuk sayısı arttıkça boşanma sayısının düştüğünü görmekteyiz. Ancak 10 yıllık değişim incelendiğinde çocuk sayısı arttıkça azalan boşanma oranlarının ters yönde hareket ettiği ve çok çocuklu ailelerin de boşanma oranlarının arttığı görülmektedir.

Marka & Patent 101 “Markalarınız neden Patentlenemez”

Günümüzde hala Markasını patentlemek isteyenleri sıklıkla gördüğüm için bu yazıyı yazma gereği hissettim. Marka ve Patent, Fikri Sınai Haklar içinde birbirinden çok ayrı şeyler olsa da sektörü bilmeyen bir çok sıradan kullanıcı, bir marka hakkını “patentleyebilmek” için tarafıma başvuruyor. Aradıklarında; “Avukat bey, bizim bir markamız var acaba patentini alabilir miyiz?” diye soruyorlar. Örneğin bir logo tasarlamış müvekkil, bunu bana gönderip “patentini alabilir miyiz?” diye soruyor. Hayır alamazsınız! Çünkü marka tescili başka, patent tescili ise çok başka şeylerdir.

Kısaca izah edelim;

MARKA NEDİR?

Marka, bir işletmenin mal veya hizmetlerini bir başka işletmenin mal veya hizmetlerinden ayırt etmeyi sağlaması koşuluyla kişi adları dahil, özellikle sözcükler, şekiller, harfler, sayılar, malların biçimi veya ambalajları gibi çizimle görüntülenebilen veya benzer biçimde ifade edilebilen, baskı yoluyla yayınlanabilen ve çoğaltılabilen her türlü işaretleri içerir.

Hemen bir örnek koyalım:

Marka ismi “Helvacı Dede” ibaresi dışında, resimde renkler var, dedenin resmi var, helva resimleri var, ay var, karanlık var…. İşte markayı bazen sadece şekiller, bazen sadece yazılar oluşturabilirken bazen de böyle hepsini içeren görseller marka olarak anılır.

Peki Marka sadece bu ise biz neden her ismin, logonun, görselin patentini almak istiyoruz?

PATENT NEDİR?

Patent, buluş sahibinin, buluş konusu ürünü 3. kişilerin belirli bir süre üretme, kullanma, satma veya ithal etmesini engelleme hakkı olan belgedir. Buluşu yapılan neredeyse her şey patent koruması kapsamına dahildir.Buluşu yapılan bir ürün ya da sistemin bütün hakları patent sahibine ait olur ve ondan izinsiz kullanılamaz.

Patent, ürün veya buluş sahibine, icat ettiği ürünün satışı, pazarlanması, çoğaltılması, bir benzerinin üretilmesi gibi alanlarda ayrıcalıklar getiren resmi bir belge ve unvandır.

Makineler, araçlar, aygıtlar, kimyasal bileşikler ve işlemleri ile her türlü üretim yöntemleri, patent korumasının kapsamındadır.


Marka ve patentin farklarını kısaca anlattıktan sonra neden markanın patentlenmesini istediklerini tahlil etmek gerekir.

Bunun ilk nedenini, kurumun eski adına bağlıyorum. Marka ve Patentlerin tescilini yapan Türkiye’deki ofisin adı eskiden Türk PATENT Enstitüsü idi. Şimdi artık ismi Türk Patent ve Marka Kurumu olsa da internet sitesi hala türkpatent.gov.tr. Logosu da hala TÜRK PATENT.

Bu nedenle dillerde hep Patent olarak kaldı. Marka tescil ofisleri de isimlerini buna göre seçtiler, Adres Patent, Destek Patent, Avrupa Patent…. Hepsi daha çok marka tescili yapıyor ancak isimleri de halkın PATENT aşkı nedeniyle XXXX PATENT olarak ortaya çıkıyor.

Toplumu bilinçlendirmek, marka ile patentin farkını açıklayan, bilgilendiren yayınlar yapmak yerine topluma uyup yanlışın yayılmasına aracılık ediyorlar.

Markanızı da patentinizi de tescil ettirin ama markanızı patentletmeyin 🙂

Av. Akın Ceylan

Marka & Patent Vekili

Uluslararası Marka Tescil Sistemi hakkında detaylı bilgi için tıklayınız.

Uluslararası Marka Tescil Sistemi

MADRİD SİSTEMİ
Marka tescilinden doğan haklar, sadece tescilin yapıldığı ülkede koruma sağlar. Bir markanın yurtdışında da tescilli olarak korunması için koruma talep edilen ülkelerin yetkili ofislerine marka tescil başvurusu sunulmalıdır.
Tescil talep edilen her bir ülke ofisine doğrudan başvuru yapılabileceği gibi Madrid Sistemi kullanılarak Dünya Fikri Mülkiyet Örgütü (World Intellectual Property Organization – WIPO) aracılığıyla birden çok ülkede tek bir başvuru ile koruma elde edilebilir.
Markaların Madrid Sistemi kapsamında uluslararası tescili iki anlaşma ile düzenlenmiştir. Bunlardan ilki 1891 tarihli Markaların Uluslararası Tesciline İlişkin Madrid Anlaşması; diğeri ise Madrid Anlaşmasına ilişkin Protokoldür. Madrid Protokolü ülkemizde 01.01.1999 tarihinde yürürlüğe girmiştir.
Madrid Sisteminin amaçları:
a) Markaların tek bir dilde yapılmış ve tek bir para birimiyle başvuru ücreti ödenmiş bir uluslararası başvuru ile birden fazla ülkede tescilini gerçekleştirmek,
b) Marka tescil edildikten sonra yapılacak olan değişikliklerin (unvan veya adres değişikliği, devir, mal ve hizmet listelerindeki sınırlamalar gibi) tek ve basit bir işlem aracılığıyla Uluslararası Sicile kaydedilmesini sağlamaktır.
Bu bağlamda uluslararası marka tescil başvurusu, Madrid Protokolü’ne taraf olan bir ülkede gerçek ve etkin sınaî veya ticari bir kuruluşu bulunan veya o ülkede yerleşik olan ya da o ülkenin tabiiyetinde olan bir gerçek veya tüzel kişi tarafından yapılabilir.
Madrid Sistemi; kuruluş, yerleşiklik veya tabiiyet açısından Madrid Sisteminin bir üyesiyle gerekli bağlantıya sahip olmayan gerçek veya tüzel kişiler tarafından kullanılamaz ve Madrid Sistemi’ne taraf olmayan bir ülkede marka koruması sağlamaz.

Başvuru Nasıl Yapılır ?


Madrid Sistemi kapsamında uluslararası marka tescilinin gerçekleştirilebilmesi için öncelikle ilgili Menşe Ofiste (TÜRKPATENT) geçerli bir marka tescil başvurusunun veya tescilli bir markanın bulunması gereklidir. Uluslararası marka tescil başvurusunun, Menşe Ofis (TÜRKPATENT) aracılığıyla WIPO’ya sunulması zorunludur, doğrudan WIPO’ya sunulamaz. Bunun için TÜRKPATENT’e Madrid Protokolü uyarınca uluslararası marka başvurusunun WIPO’ya bildirilmesi ücreti, WIPO’ya ise Madrid Sistemi kapsamında uluslararası tescil başvurusu ücreti ödenmelidir.

Madrid Sisteminden Faydalanabilecek Kişiler
Uluslararası marka tescil başvurusu, Madrid Protokolüne taraf olan bir ülkede;
 Gerçek ve etkin sınaî veya ticari bir kuruluşu olan
 Veya o ülkede yerleşik olan
 Veya o ülkenin tabiiyetinde olan bir gerçek veya tüzel kişi tarafından yapılabilir.


Başvuru aşağıda belirtilen evraklar eklenerek işlem tamamlanmalıdır:
a) İngilizce doldurulmuş, WIPO tarafından sağlanan MM2 formu. (Eğer ABD’ye başvuru yapılacaksa yanında MM18 formu da sunulmalıdır.)
b ) Menşe Ofis taleplerinin WIPO’ya bildirilmesi ücretinin ödendiğini gösterir bilgi.

Önemli Noktalar


Ulusal başvuru uluslararası başvurudan kısa bir süre önce yapılmış ve henüz TÜRKPATENT şekli incelemesinden geçmemişse uluslararası başvurunun işleme alınması için önce ulusal başvurunun şekli incelemesinin tamamlanması beklenir, tamamlandıktan sonra uluslararası başvurunun şekli incelemesi yapılır ve talepte düzeltme gerektiren bir durum varsa başvuru sahibi veya vekiline iletilir.
TÜRKPATENT, geçerli bir uluslararası marka tescil talebini talebin Kuruma sunulduğu tarih itibariyle 2 ay içerisinde WIPO’ya iletirse uluslararası tescil (kayıt) tarihi, yani -rüçhan talep edilmemesi durumunda- başvuru yapılan Akit Taraflar’daki koruma başlangıç tarihi, geçerli uluslararası marka tescil talebinin TÜRKPATENT’e sunulduğu tarih olarak belirlenir. Talebin WIPO’ya 2 aylık süre geçtikten sonra iletilmesi halinde ise uluslararası tescil tarihi WIPO’nun talebi aldığı tarih olarak belirlenir. Aynı kural sonraki belirleme taleplerinde rüçhan talebi olmaması durumunda korumanın başladığı sonraki belirleme tarihi için de geçerlidir. Bu nedenle TÜRKPATENT tarafından uluslararası başvuru veya sonraki belirleme talebi WIPO’ya iletilmeden önce başvuru sahibi veya vekiline bildirilen eksikliklerin bu süreye dikkat edilerek gecikme olmadan cevaplanması önemlidir.
Eğer uluslararası marka tescil talebi ulusal başvuru tarihi itibariyle 6 ay içinde yapılmış ve MM2 formu veya Madrid E-filing ekranının ilgili alanında rüçhan talep edilmişse, uluslararası tescil tarihi yine aynı şekilde belirlenir fakat bu durumda koruma ulusal başvuru (rüçhan) tarihinde başlar, uluslararası tescil tarihinin 10 yıl sonrasında sona erer.


Başvurularda Çokça Yapılan Hatalar Doğrultusunda Genel Hatırlatmalar


İşlemlerde gecikme olmaması amacıyla uluslararası başvurularda çokça yapılan hatalar gözlemlenerek aşağıdaki hatırlatmalar başvuru sahibi ve vekillerinin dikkatine sunulmuştur:
 Madrid E-filing linki üzerinden başvuru yapılırken EPATS’ta TÜRKPATENT işlem ücreti ödemesi için seçilmesi gereken işlem, MM2 formu yüklenmesi için kullanılan “Uluslararası Marka Tescil Talebi” değil, “Uluslararası Marka Başvurusunun WIPO’ya Bildirilmesi Ücreti Ödeme”dir.
 Uluslararası başvuru işlemi E-filing ekranında tamamlanmışsa, bu ekranda çıkan başvuru özetinin EPATS kanalıyla “Uluslararası Marka Tescil Başvurusu” olarak iletilmemesi gerekmektedir. Bu durum aynı başvurunun Kuruma yanlışlıkla iki kere sunulması sonucunu doğurmakta ve Kurumca başvuru sahiplerine eksiklik yazısı gönderilmesine sebep olmaktadır. İşlemlerin aksamaması için E-filing seçeneği ile işlem yapılmışsa başvuru özeti EPATS kanalıyla sunulmamalı, başvurunun durumu yalnızca E-filing ekranından takip edilmelidir.
 WIPO’ya CHF cinsinden uluslararası başvuru ücreti ödemesi Madrid E-filing uygulamasında sadece kredi kartı veya WIPO cari hesabı aracılığıyla kabul edilmektedir. Bu nedenle WIPO’ya SWIFT ile ödeme yapılması tercih ediliyorsa Efiling ekranı kullanılamaz, bunun yerine EPATS ekranında “Başvuru Sonrası İşlemler” alanındaki “Uluslararası Marka Tescil Başvurusu” seçilerek Kuruma MM2 formu iletilmelidir.

MADRİD BAŞVURULARINA İLİŞKİN ÜCRETLER

Uluslararası marka tescil başvurusu için ödenmesi gereken iki tür ücret bulunmaktadır. Bunlardan biri TÜRKPATENT’e Türk Lirası cinsinden ödenen Madrid Protokolü uyarınca uluslararası marka başvurusunun WIPO’ya bildirilmesi ücreti, diğeri ise WIPO’ya İsviçre Frangı cinsinden ödenen uluslararası marka başvuru ücretidir.

Madrid Protokolü Uyarınca Uluslararası Marka Başvurusunun WIPO’ya Bildirilmesi Ücreti 600 TL

TÜRKPATENT’e ödenmesi gereken ücretler her bir talep için sabit ücret olup sınıf sayısı, marka örneğinin renkli veya siyah-beyaz olması gibi faktörlere bağlı değildir. Marka örneği ve başvuru sahibinin birebir aynı olması durumunda iki veya daha fazla geçerli ulusal başvuru/tescil esas alınarak Kurumumuza tek bir uluslararası marka başvurusu sunulabilir ve bu talep için tek ücret ödenir.
WIPO’ya ödenecek ücret ise koruma talep edilen ülke sayısı, başvuru kapsamındaki sınıf sayısı, marka örneğinin renkli olup olmaması gibi durumlara göre değişiklik göstermektedir. Uluslararası başvuruya esas teşkil eden ulusal başvuru ya da tescildeki marka örneğinin renkli olması durumunda, her iki marka örneğinin birebir aynı olması gerektiği için uluslararası başvurudaki marka örneği ücret avantajı sağlanması amacıyla siyah beyaz olarak belirtilemez. Sınıf sayısı ise ulusal marka kapsamını geçmeyecek şekilde belirlenebilir.
WIPO ücretinin hesaplanması için WIPO internet sitesinde https://www.wipo.int/madrid/feescalculator/ linkinde yer alan otomatik hesaplama aracı “Fee Calculator” kullanılmalıdır.

Fee Calculator Ücret Hesaplama Adımları
https://www.wipo.int/madrid/feescalculator/ linkindeki başvuru ücreti hesaplama adımları aşağıda belirtilmiştir. Uluslararası tescil (kayıt) sonrasında talep edilebilecek sonraki belirleme ve yenileme işlemleri için ücret hesaplama ayrıntıları ise dipnotlarda açıklanmıştır.
a) “Type of transaction” kısmında “new application” seçilmelidir.
b) “Date” kısmında planlanan uluslararası başvuru tarihi seçilmelidir. Ücretler dönem dönem değiştiğinden uluslararası tescil talebinin TÜRKPATENT’e sunulacağı tarihin seçilmesi önem arz etmektedir.
c) “Your office of origin” (menşe ofis) “Turkey” olmalıdır.2
d) “Number of classes covered by the mark” kısmında uluslararası başvuru toplam kaç sınıf için yapılacaksa o sayı belirtilmelidir. (Örneğin uluslararası başvuru sadece 2. sınıf için yapılacaksa bu alana sınıf numarası (2) değil uluslararası başvurunun kaç tane sınıfı kapsadığı, yani 1 yazılmalıdır.)
e) Eğer marka türü ortak marka, garanti markası veya sertifika markası ise “Is your mark a collective mark, certification mark or guarantee mark?” kutucuğu işaretlenmelidir.
f) Marka başvurusu renkli ise “is your mark in colour or colours?” kutucuğu seçilmelidir.
g) “Please select the contracting parties” başlığı ile belirtilen listede tescil talep edilecek ofisler seçilmelidir.

MADRİD SİSTEMİ ÜYELERİ
1) Afganistan
2) Afrika Fikri Mülkiyet Teşkilatı (OAPI)
3) Almanya
4) Amerika Birleşik Devletleri (ABD)
5) Antigua ve Barbuda
6) Arnavutluk
7) Avrupa Birliği (AB)
8) Avustralya
9) Avusturya
10) Azerbaycan
11)Bahreyn
12)Belarus
13)Belçika1
14)Birleşik Arap Emirlikleri
15)Birleşik Krallık
16)Bosna Hersek
17)Botsvana
18)Brezilya
19)Brunei Darusselam
20)Bulgaristan
21)Butan
22)Cezayir
23)Çek Cumhuriyeti
24)Çin
25) Danimarka
26) Endonezya
27) Ermenistan
28) Estonya
29) Esvatini
30) Fas
31) Filipinler
32) Finlandiya
33) Fransa
34) Gambiya
35) Gana
36) Güney Kıbrıs Rum Yönetimi
37) Gürcistan
38) Hırvatistan
39) Hindistan
40) Hollanda2
41) İran (İslam Cumhuriyeti)
42) İrlanda
43) İspanya
44) İsrail
45) İsveç
46) İsviçre
47) İtalya
48) İzlanda
49)Jamaika3
50)Japonya
51) Kamboçya
52) Kanada
53) Karadağ
54) Kazakistan
55) Kenya
56) Kırgızistan
57) Kolombiya
58) Kore Cumhuriyeti
59) Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti
60) Kuzey Makedonya
61) Küba
62) Lao Demokratik Halk Cumhuriyeti
63) Lesotho
64) Letonya
65) Liberya
66) Lihtenştayn
67) Litvanya
68) Lüksemburg4
69) Macaristan
70) Madagaskar
71) Malavi
72) Malezya
73) Meksika
74) Mısır
75) Moğolistan
76) Moldova Cumhuriyeti
77) Monako
78) Mozambik
79) Namibya
80) Norveç
81) Özbekistan
82) Pakistan
83) Polonya
84) Portekiz
85)Romanya
86)Ruanda
87)Rusya Federasyonu
88) Samoa
89) San Marino
90) Sao Tome ve Principe
91) Sırbistan
92) Sierra Leone
93) Singapur
94) Slovakya
95) Slovenya
96) Sudan
97) Suriye Arap Cumhuriyeti
98) Tacikistan
99) Tayland
100) Trinidad ve Tobago
101) Tunus
102) Türkiye
103) Türkmenistan
104) Ukrayna
105) Umman
106) Vietnam
107) Yeni Zelanda
108) Yunanistan
109) Zambiya
110) Zimbabve

Kadının Erkeğin Ailesine Beddua Etmesi – Erkeğin Kadına Hakaret Etmesi – Eşit Kusur

Yargıtay 2. Hukuk Dairesi 2021/7258 E.   2021/6699 K.

“İçtihat Metni”

MAHKEMESİ : Bursa Bölge Adliye Mahkemesi 2. Hukuk Dairesi
DAVA TÜRÜ : Boşanma
ÖZET: “Kadının erkeğe ve ailesine karşı beddua ederek saygı gösterme yükümlülüğünü ihlal etmek eylemi nedeniyle, erkeğin ise kadına hakaret etme eylemi nedeniyle eşit kusurlu olduklarının tespitine”


Taraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi sonunda bölge adliye mahkemesi hukuk dairesince verilen, yukarıda tarihi ve numarası gösterilen hüküm davacı erkek tarafından vekalet ücreti yönünden; davalı kadın tarafından ise tamamına yönelik olarak temyiz edilmekle, evrak okunup gereği görüşülüp düşünüldü:
Evlilik birliğinin temelinden sarsılması hukuki sebebine dayalı boşanma davasında ilk derece mahkemesince “Davacının ailesinin davalıyı istemediği ve davalı hakkında küçük düşürücü sözler sarf ettikleri, whatsapp adıyla anılan sosyal görüşme ortamında davacının aile fertlerinin üye olduğu grupta davalı ve davalının ailesi hakkında eleştirel yorumlar yaptıkları, davalının şahit olduğu bu konuşmalardan rahatsız olduğu ve bu konuşmaları içselleştirdiği, bu durumun da tarafların evliliğine yansıdığı, taraflar arasında sürekli tartışmalar yaşandığı, dolayısıyla davalının da davacıya ve davacının ailesine birtakım tepkiler gösterdiği, hatta davacının aile fertlerine beddua ettiği, davalıya hakaret ettiği, tartışmalar sırasında zaman zaman davacının da davalıya karşı şiddet uyguladığı, davacının tayini çıkması ile birlikte tarafların ayrı şehirlerde yaşadıkları dönemde davacının izin kullandığı tarihlerde anlaşmazlıklar nedeniyle zaman zaman ortak konuta uğramadığı, yaklaşık 2 yıl kadar önce de ortak konutu terk ettiği, tarafların 1,5-2 yıldır fiilen ayrı yaşadıkları, aralarında yaşanan tartışmalar nedeniyle anlaşamadıkları ve biraraya gelemedikleri, evliliğin devamının imkansız hale geldiği, evlilik birliğinin temelinden sarsıldığı ve davalının davacı ve ailesine karşı saygı gösterme yükümünü ihlal etmekle hafif kusurlu olduğu, bunun karşısında davacının kendi akrabaları ile whatsapp grubu kurarak davalı eşi hakkında olumsuz konuşmalar yaparak eşini rencide etmesi ve kişilik haklarına zarar vermesi, izin zamanlarının tümünü kendi akrabalarına ayırarak eşine ve evine gereken ilgi ve özen yükümlülüğünü yerine getirmemesi ve davalıya şiddet uygulamış olması nedeniyle daha ağır kusurlu olduğu” gerekçesiyle davanın kabulüne, davalı kadın yararına 10.000 TL maddi-10.000 TL manevi tazminata yoksulluk nafakası talebinin reddine karar verilmiş olup, bu karara karşı davacı erkek tarafından kusur belirlemesi ve tazminatlar yönünden, davalı kadın tarafından ise tüm yönleriyle istinaf kanun yoluna başvurulmuştur. İstinaf incelemesi yapan bölge adliye mahkemesince “Davacı erkeğin davalı kadına şiddet uyguladığı (affedildiği için), kendi ailesi ile Whatsapp grubu kurup kadına ve kadının ailesine rencide edici sözler söylediği, izin zamanlarını kendi akrabalarının yanında geçirerek evi ve eşini ihmal ettiği”(dayanılmadığı için) vakalarının gerekçeden çıkartılmasına, gerekçenin “Kadının erkeğe ve ailesine karşı saygı gösterme yükümlülüğünü ihlal etmek eylemi nedeniyle, erkeğin ise kadına hakaret etme eylemi nedeniyle eşit kusurlu olduklarının tespitine” şeklinde düzeltilmesine,” gerekçesiyle tarafların eşit kusurlu olduklarına ve davalı kadının tazminat taleplerinin reddine karar verilmiştir.
********
Ancak bölge adliye mahkemesi kararında, ilk derece mahkemesince davacı erkeğe yüklenen “Davacının ailesinin davalıyı istemediği ve davalı hakkında küçük düşürücü sözler sarf ettikleri” vakıasından bahsedilmemiştir. Anılan kusurlu davranışların davacı erkekten çıkarılıp çıkarılmadığı, çıkarıldıysa hangi gerekçelerle çıkarıldığı hususları anlaşılamamaktadır. Bütün mahkemelerin her türlü kararları gerekçeli olarak yazılır (Anayasa’nın 141/3. maddesi). Açıklanan nedenlerle kararın bozulmasına karar verilmesi gerekmiştir.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan sebeple bölge adliye mahkemesi kararının BOZULMASINA, diğer temyiz itirazlarının bozma sebep ve şekline göre şimdilik incelenmesine yer olmadığına, temyiz peşin harcının istek halinde yatırana geri verilmesine, dosyanın ilgili bölge adliye mahkemesi hukuk dairesine gönderilmesine oybirliğiyle karar verildi. 30.09.2021 (Per.)

YURTDIŞI BOŞANMA-TANIMA-TENFİZ

TÜRKİYE’DE BOŞANMA – TANIMA DAVASI

Yurtdışında alınan boşanma kararının Türkiye’de geçerli olması için, bu boşanma kararının Türkiye’de nüfusa işletilmesi gerekiyor. Eksiden bunu yapmanın tek yolu yabancı boşanma kararının tanınması ve tenfizi için dava açmaktı. Son dönemde yapılan düzenlemelerle dava açmadan Türkiye’de boşanma işlemlerinin tamamlanmasının yolu açıldı.   

Hangi durumlarda davasız Türkiye’de boşanma işlemleri gerçekleşiyor.

Öncelikle Yurtdışında alınmış ve kesinleşmiş bir boşanma kararının olması gerekmekte. Bu kararın Türkiye’de nüfusa işlenmesi için;

  • HER İKİ EŞ KONSOLOSLUĞA BAŞVURUSA 

Taraflar (boşanan eşlerin her ikisi de) konsolosluklara boşanmak için gerekli belgelerle başvuru yaparlarsa yabancı boşanma kararının Türkiye’de tanınması işlemlerini dava açmadan yaptırabiliyorlar. Kısaca eski eşiniz konsolosluğa giderse artık dava açmanıza gerek yok. Bu işlemi sizin adınıza avukatınızda yapabilir.

  • EĞER ESKİ EŞİNİZ TÜRK VATANDAŞI DEĞİLSE ve ELİNİZDE ESKİ EŞİNİZİN KİMLİK VEYA PASAPORT KOPYASI VARSA

Bu durumda siz gerekli belgelerle konsolosluğa veya Türkiye’de yetkili nüfus dairesine başvurarak yabancı boşanma kararını Türkiye’de nüfusa işletebiliyorsunuz. Bu işlemi de sizin adınıza avukatınız yapabilir.

BOŞANMANIN TANINMASI İÇİN KONSOLOSLUĞUN İSTEDİĞİ BELGELER

  • Yabancı Mahkeme boşanma kararı aslı
  • Kararın Kesinleşme şerhi (Rechtskraftsvermerk)
  • Apostille şerhi (bu şerh Almanya’da Landgericht’den alınmaktadır, diğer ülkelerde farklılık göstermektedir.
  • Karar + Kesinleşme Şerhi + Apostille bunların tamamı Yurtdışında Konsolosluk tasdikli yeminli tercümesi veya Türkiye’de Noter tasdikli yeminli tercümesi
  • Eğer boşandığınız eski eşiniz Türk vatandaşı değil ise ve konsolosluğa başvuru yapmıyorsa bu durumda eski eşinizin kimlik kopyası veya pasaport kopyası (yeminli tercümeli olarak).

ESKİ EŞİNİZ KONSOLOSLUĞA GELMEZ, BAŞVURU YAPMAZ ve TÜRK VATANDAŞI İSE.

Eski eşiniz türk vatandaşı ise ve konsolosluk veya yetkili nüfus dairesinde boşanma için başvuru yapmıyorsa tek çareniz Türkiye’de yetkili Aile Mahkemesi’nde, yabancı boşanma kararının tanınması için dava açmanız. Maalesef bu durumda dava açmadan Türkiye’de nüfusa kayıt olmanız mümkün değil.

TANIMA DAVASI İÇİN GEREKLİ BELGELER

  • Yabancı Mahkeme boşanma kararı aslı
  • Kararın Kesinleşme şerhi (Rechtskraftsvermerk)
  • Apostille şerhi (bu şerh Almanya’da Landgericht’den alınmaktadır, diğer ülkelerde farklılık göstermektedir.
  • Karar + Kesinleşme Şerhi + Apostille bunların tamamı Yurtdışında Konsolosluk tasdikli yeminli tercümesi veya Türkiye’de Noter tasdikli yeminli tercümesi

Yukarıda yazan bu belgelerle davanızı açabilirsiniz. Ancak davalı yurtdışındaysa yurtdışı tebligat yapılması gerekmektedir. Bu sebeple her tebligat için Mal Müdürlüğü’ne yurtdışı tebligat harcı yatırılmalıdır. Ayrıca Tebligat Kanunu 25. maddesine göre yapılan tebligatlarda 184 Form düzenlenmesi ve Türkiye’deki Mahkemenin bütün evraklarının tercüme edilmesi gerekmektedir. Yurtdışı tebligatlar ve evrakların karışıklığı nedeniyle tanıma davaları çok sefer yıllarca sürmekte ve bir çok seferde bu davadan sonuç alınamamaktadır. Bu sebeple tanıma davasının bu konuda tecrübeli bir avukatla takip edilmesi önemlidir. 

Kötüniyetli Marka Sahibi Aleyhine Marka Hakkına Tecavüz ve Haksız Rekabetten Dolayı Tazminat

Hukuk Genel Kurulu 2017/2474 E. , 2020/944 K.

  1. Taraflar arasındaki “markaya tecavüzün ve haksız rekabetin tespiti, men ve refi ile maddi ve manevi tazminat” davasının yapılan yargılaması sonucunda Rize 1. Asliye Hukuk Mahkemesince (Fikrî ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesi Sıfatıyla) verilen davanın reddine dair 13.10.2015 tarihli ve 2015/449 E., 2015/779 K. sayılı kararın davacı vekilince temyiz edilmesi üzerine, temyiz dilekçesinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:

I. YARGILAMA SÜRECİ
Davacı İstemi:

  1. Davacı vekili 02.11.2004 tarihli dava dilekçesinde; müvekkilinin üreticiden aldığı yaş çayı işleyip çeşitli markalar altında piyasaya sürdüğünü, müvekkilinin tescilli ambalaj tasarımı ve çay emtiasında tescilli birçok tanınmış markasının bulunduğunu, davalının müvekkilinin yıllardır üretip piyasaya sunduğu maruf ve meşhur hâle getirdiği tescilli çay paketlerinin benzerini müvekkilinin markaları da taklit edilmek suretiyle basımını yaptığını, gerçekleştirdiği bu eylemi ile markaya tecavüz ve haksız rekabet teşkil eden eylemlere iştirak ettiğini ve 556 sayılı KHK’nin 61/e maddesi gereğince sorumlu olduğunu ileri sürerek davalının eyleminin markaya tecavüz ve haksız rekabet teşkil ettiğinin tespitine, men ve ref’ine, şimdilik 2.000,00TL maddi ve 1.000,00TL manevi tazminatın temerrüt faizi ile davalıdan tahsiline ve tecavüz teşkil edecek şekilde çay poşetlerini üretmeye yarayan araç, gereç, cihaz ve makine gibi vasıtalara el konularak imhasına karar verilmesini talep etmiş, yargılama sırasında maddi tazminat talebini 45.786,28TL olarak ıslah etmiştir.
    Davalı Cevabı:
  2. Davalı vekili 26.11.2004 tarihli cevap dilekçesinde; davacının 05.09.1989 tarihli ihtarı sonrasında müvekkilinin davacının ürünleriyle iltibasa meydan verecek şekilde baskı işini yapmadığını savunarak davanın reddine karar verilmesini istemiştir.
    İlk Derece Mahkemesi Birinci Kararı:
  3. Rize 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin (Fikri ve Sınai Haklar Hukuk Mahkemesi Sıfatıyla) 09.03.2009 tarihli ve 2006/436 E, 2009/158 K. sayılı kararı ile; davacı tarafından davalı aleyhine daha önce de dava açıldığı ve bu dava kapsamında davalı işyerinde 10.06.1993 ve 06.07.1993 tarihlerinde yapılan arama ve kontrollerde konusu suç teşkil edecek davacı ambalajlarıyla benzer ambalaj ve klişelere rastlanmadığı, davalının ürettiği ambalajların gıda üretim sertifikalarının bulunduğu, davacı tarafından dava konusu ambalajların sahibi olan … San. Tic. ve Gıda Paz. A.Ş.’ye karşı açılan hukuk davasının dava tarihinin 1999 yılı olduğu, bu nedenle davacının davalının eylemine karşı uzun süre sessiz kalması sebebiyle hak kaybına uğradığı, davalının İzmir’de olması nedeniyle Rize’de bulunan davacıya ait hangi markaların tescilli olduğunu hangilerinin olmadığını bilme imkânından uzak olduğu, diğer yandan dava konusu ambalajların kullanımı ile ilgili dava dışı … San. Tic. ve Gıda Paz. A.Ş. yasal temsilcileri aleyhine açılan ceza davasının beraat ile sonuçlandığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
    Özel Daire Birinci Bozma Kararı:
  4. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
  5. Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 03.02.2010 tarihli ve 2009/7115 E, 2011/1156 K. sayılı kararı ile; “…Dava, davacı markasını taşıyan çay poşetlerinin benzerlerinin davalı yanca üretilerek davacının rakibi firmalara satıldığı iddiasına dayalı haksız rekabetin men’i, marka hakkına tecavüzün giderilmesi, maddi ve manevi tazminatın tahsili, üretimde kullanılan makine ve benzerlerinin imhası istemlerine ilişkindir.
    Dava tarihinde yürürlükte olan 556 Sayılı KHK’nin 61/(e) bendine göre “(a) ve (c) bentlerinde yazılı fiillere iştirak veya yardım veya bunları teşvik etmek veya hangi şekil ve şartlarda olursa olsun bu fiillerin yapılmasını kolaylaştırmak marka hakkına tecavüz sayılır”
    Mahkemece alınan bilirkişi asıl ve ek raporlarında dosyada mevcut fatura tarihleri itibariyle davalının marka hakkına tecavüz oluşturan eylemlerini 1999-2004 yılları arasında devam ettiği belirlendiğine göre, devam eden tecavüz eyleminden dolayı dava tarihi olan 02.11.2004 tarihine kadar geçen sürede sessiz kalma yoluyla hak kaybının oluşacağından söz edilemeyeceği gibi, İzmir 3. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 1995/690 Esas sayılı dosyasında davacı tarafından davalı aleyhine açılan davada Mahkemenin kesinleşen 27.12.1996 tarih ve 690/1330 sayılı kararıyla davalının tecavüz oluşturan eyleminin önlenmesine karar verildiğine göre, davalının başka bir şehirde faaliyette bulunması ve uyuşmazlık konusu döneme ilişkin olarak davalı tarafından ürün ambalajlarının basımı için dava dışı Karali Firmasından izin belgesi istenilmesi de TTK 20. maddesi anlamında davalının basiretli bir tacir olarak gerekli hassasiyeti gösterdiği ve bu suretle 556 Sayılı KHK’nin 61/(e) bendine göre iştirak eyleminden sorumlu tutulamayacağı sonucunu doğurmaz.
    Bu durumda, mahkemece, yukarıda açıklanan bu hususlar nazara alınmadan, davanın reddine karar verilmesi doğru olmamıştır.” gerekçesiyle karar oy birliğiyle bozulmuştur.
    İlk Derece Mahkemesi İkinci Kararı:
  6. Rize 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin (Fikrî ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesi Sıfatıyla) 08.03.2012 tarihli ve 2011/2844 E, 2012/284 K. sayılı kararı ile; Özel Daire bozma kararına uyularak davanın kabulüne karar verilmiştir.
    Özel Daire İkinci Bozma Kararı:
  7. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
  8. Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 25.02.2014 tarihli ve 2012/10322 E, 2014/3518 K. sayılı kararı ile; “…1- Dosyadaki yazılara, mahkemece uyulan bozma kararı gereğince hüküm verilmiş olmasına ve delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre, davalı vekilinin aşağıdaki bent kapsamı dışındaki diğer temyiz itirazları yerinde değildir.
    2- Dava, davacı markasını taşıyan çay poşetlerinin benzerlerinin davalı tarafından üretilerek davacının rakibi firmalara satıldığı iddiasına dayalı haksız rekabetin men’i, marka hakkına tecavüzün giderilmesi, maddi ve manevi tazminatın tahsili istemlerine ilişkindir.
    Somut olayda, davacı vekili tarafından müvekkiline ait FİLİZ, HEDİYELİK, RİZE ve TOMURCUK ibareli markalar ile iltibas oluşturacak şekilde davalı tarafından ambalaj üretilerek piyasaya sürüldüğü iddia edilmiş, davalı taraf ise üretimi yapılan KARALİ RİZE HARMAN, KARALİ HEDİYELİK, KARALİ TOMURCUK ve KARALİ FİLİZ ibareli çay ambalajlarının dava dışı firmaya ait marka için üretildiğini, bu nedenle markaya tecavüz ve haksız rekabet olgusunun mevcut olmadığını savunmuş ve buna ilişkin marka tescil belgelerini dosyaya sunmuştur. Gerçektende, hükümsüz kılınıncaya kadar tescilli bir markanın tescil kapsamında kullanımı markaya tecavüz ve haksız rekabet teşkil etmez. Ancak, davalının ambalaj üretimini yaptığı dava dışı firmaya ait markalar hakkında Rize 1. Asliye Hukuk Mahkemesi’nce tescilin kötüniyetli olduğu gerekçesiyle hükümsüzlük kararı verilmiş ve verilen karar Dairemiz incelemesinden geçerek 10.01.2008 tarihinde kesinleşmiştir. Markanın kötüniyetli tescil edilmesi durumunda verilen hükümsüzlük kararı geriye doğru etkili ise de, bu durum, markayı kötüniyetli olarak tescil eden için geçerli olup, iyiniyetli 3. kişiler için geçerli değildir.
    Davalının, üretimini yaptığı ambalajlara ilişkin markanın sahibi olmadığı, bu markaların dava dışı Karali firmasına ait olduğu, davalı ile dava dışı bu firma arasındaki sözleşmeye gereği davalının davaya konu ambalajları ürettiği göz önüne alındığında 3. kişi konumundaki davalının dava dışı firmanın markayı tescil ettirmesindeki kötüniyetini bilebilecek durumda olmaması nedeniyle bu markalara ilişkin ambalajları üretmesi markaya tecavüz ve haksız rekabet teşkil etmez.
    Bu itibarla, mahkemece, yukarıda yapılan açıklamalar doğrultusunda taraflar arasındaki uyuşmazlık ele alınarak, sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, eksik incelemeye dayalı yazılı şekilde hüküm tesisi doğru olmamış, kararın bu nedenle bozulması gerekmiştir…” gerekçesiyle karar oy birliğiyle bozulmuştur.
    İlk Derece Mahkemesi Üçüncü Kararı:
  9. Rize 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin (Fikrî ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesi Sıfatıyla) 13.10.2015 tarihli ve 2015/449 E, 2015/779 K. sayılı kararı ile; Özel Dairenin bozma kararına uyularak davanın reddine karar verilmiştir.
  10. Kararın davacı vekilince temyiz edilmesi üzerine Özel Dairece; davanın esastan reddi veya kabulünü içeren bozmaya uyularak tesis olunan kararın önceki bozmayı ortadan kaldıracak şekilde yeniden bozulması üzerine mahkemece verilen kararın niteliğine göre, dosyanın temyiz incelemesinin 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 373/6 maddesi gereğince Yargıtay Hukuk Genel Kurulu tarafından yapılması gerektiği gerekçesiyle dava dosyasının Yargıtay Hukuk Genel Kuruluna gönderilmesine karar verilmiştir.

II. UYUŞMAZLIK

  1. Taraflar arasındaki uyuşmazlık; davacıya ait tasarım ile markaları içerdiği iddia edilen ambalajların davalı tarafından basımının yapılması karşısında haksız rekabet ve markaya tecavüz eyleminin gerçekleşip gerçekleşmediği ve buradan varılacak sonuca göre maddi ve manevi tazminat şartlarının oluşup oluşmadığı noktasında toplanmaktadır.

III. ÖN SORUN

  1. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında, işin esasının incelenmesine geçilmeden önce iki husus ön sorun olarak ele alınmıştır.
    Birinci Ön Sorun:
  2. Birinci ön sorun; mahkemenin son kararına yönelik temyiz itirazlarını inceleme görevinin, Hukuk Genel Kuruluna mı yoksa Özel Daireye mi ait olduğu hususudur.
    14.1. Öncelikle belirtilmelidir ki; 17.04.2013 tarihli ve 6460 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 1. maddesiyle 18.06.1927 tarihli 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 439. maddesinin beşinci fıkrasından ve 1086 sayılı Kanun’un 26.09.2004 tarihli ve 5236 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun’un 16. maddesi ile değiştirilmeden önceki 429. maddesinin üçüncü fıkrasından sonra gelmek üzere eklenen fıkrada: “Davanın esastan reddi veya kabulünü içeren bozmaya uyularak tesis olunan kararın önceki bozmayı ortadan kaldıracak şekilde yeniden bozulması üzerine alt mahkemece verilen kararın temyiz incelemesi, her hâlde Yargıtay Hukuk Genel Kurulunca yapılır” şeklinde düzenleme yapılmıştır. Anılan maddenin gerekçesinde ise; “Madde ile davanın esastan reddi veya kabulünü içeren kesin bozmaya uyularak tesis olunan kararların mevzuatta bir değişiklik olmadığı hâlde, önceki bozmayı ortadan kaldıracak şekilde yeniden bozulması üzerine ilk derece mahkemesince verilen hükmün temyiz incelemesinin Yargıtay’ın ilgili dairesi yerine Yargıtay Hukuk Genel Kurulunca yapılması öngörülmektedir…” denilmektedir.
    14.2. Yapılan bu değişiklikle kanun koyucu tarafından Yargıtay Hukuk Genel Kuruluna yeni bir görev verilmiş, davanın esastan reddi veya kabulünü içeren bozmaya uyularak tesis olunan kararın önceki bozmayı ortadan kaldıracak şekilde yeniden bozulması üzerine yerel mahkemece verilen kararın temyiz incelemesinin Yargıtay Hukuk Genel Kurulunda yapılması öngörülmüştür.
    14.3. Öte yandan, Hukuk Genel Kurulunun görevi davanın esastan reddini veya kabulünü içeren bozmaya uyularak tesis olunan kararlarla sınırlı bulunmaktadır.
    14.4. Bu nedenle, nihai karar kavramı üzerinde durulmasında yarar vardır.
    14.5. 6100 sayılı HMK’nın 294/1 maddesinde mahkemelerin usule veya esasa ilişkin bir nihai kararla davayı sona erdireceği belirtilmektedir. Bilindiği gibi, hâkimin davadan el çekmesini gerektiren, davayı sonuçlandıran kararlarına nihai kararlar denilmektedir. Nihai kararlar, usule ilişkin nihai kararlar veya esasa ilişkin nihai kararlar (hükümler) olmak üzere ikiye ayrılır. Usule ilişkin nihai kararlar, davanın esasıyla ilgili olmayan kararlar olup, başka bir ifade ile mahkemenin maddi hukuk bakımından değil de usul hukuku bakımından verdiği kararlardır. Bu nedenle, mahkemece verilen görevsizlik, yetkisizlik, davanın açılmamış sayılmasına ilişkin kararlar usule ilişkin nihai kararlar olduğu gibi, dava şartı yokluğu nedeni ile verilen usulden ret kararları (HMK m. 115/2) da, usule ilişkin nihai kararlardır.
    14.6. Esasa ilişkin kararlar ise hâkimin uyuşmazlığın esasını inceleyerek verdiği kararlardır (HMK m. 294/1). Yani davada ileri sürülen taleplerin maddi hukuk açısından incelenerek esas bakımından kabul veya reddine ya da kısmen kabul ve kısmen reddine ilişkin kararlardır. Esasa ilişkin nihai karar ile taraflar arasındaki uyuşmazlık (esastan) sona erer ve hüküm kesinleşince (kesin hüküm ortaya çıkınca), artık o uyuşmazlık (dava konusu) hakkında, aynı taraflar arasında, aynı dava sebebine dayanarak yeni bir dava açılamaz; açılırsa, kesin hükümden dolayı reddedilir (HMK m. 303) (Kuru, Baki: Hukuk Muhakemeleri Usulü, İstanbul 2001, C: 3, s. 3005).
    14.7. Mahkemece, markaya tecavüzün ve haksız rekabetin oluşmadığı, ayrıca sessiz kalma yoluyla hak kaybına uğranıldığı gerekçesiyle davanın reddine dair verilen karar, Özel Dairece sessiz kalma yoluyla hak kaybına uğranıldığından bahsedilemeyeceği, dava tarihinde yürürlükte olan 556 sayılı KHK’nin 61/(e) maddesine göre karar verilmesi gerektiği gerekçesiyle bozulmuştur. Mahkemece, birinci bozma kararına uyularak bu sefer davanın kabulüne karar verilmiştir. Davalı vekilince temyiz edilen ikinci karar Özel Dairece, bu kez de önceki bozmayı ortadan kaldıracak şekilde dava konusu markaların dava dışı … San Tic. ve Gıda Paz. A.Ş. adına tescilli olduğu, ancak anılan markaların kötüniyetli tescil nedeniyle hükümsüz kılındığı, markanın kötüniyetli tescil edilmesi durumunda verilen hükümsüzlük kararı geriye doğru etkili ise de, bu durum, markayı kötüniyetli olarak tescil eden için geçerli olup, iyiniyetli üçüncü kişi konumundaki davalıya ileri sürülemeyeceği, bu nedenle davalının bu markalara ilişkin ambalajları üretmesinin markaya tecavüz ve haksız rekabet teşkil etmeyeceği gerekçesiyle yeniden bozulmuştur. Yerel mahkemece, ikinci bozma kararına da uyularak davanın reddine karar verilmiştir.
    14.8. Görüleceği üzere Özel Dairenin sonraki bozma kararı önceki bozmayı ortadan kaldıracak niteliktedir. Böyle olunca yerel mahkemece sonraki bozma kararına uyularak verilen hükmün temyiz incelemesi Yargıtay Hukuk Genel Kurulunca yapılacaktır.
    14.9. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında; temyiz incelemesinin Hukuk Genel Kurulunca yapılabilmesi için her şeyden önce Özel Dairenin birinci ve ikinci bozmasının kesin bozma olması gerektiği, somut olayda Özel Dairenin birinci ve ikinci bozmasının kesin bozma niteliğinde olmadığı, bu nedenle ön sorunun bulunduğu ve temyiz incelemesinin Özel Dairece yapılması gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de bu görüş yukarıda açıklanan nedenlerle Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir.
    14.10. O hâlde yukarıda içeriğine yer verilen hukuki olgular karşısında, mahkemece verilen son kararın temyiz inceleme görevinin Özel Daireye değil, Hukuk Genel Kuruluna ait olduğuna oy çokluğuyla karar verilerek birinci ön sorun aşılmıştır.
    İkinci Ön Sorun:
  3. İkinci ön sorun ise; mahkemece birinci bozma ilâmına uyulmakla davacı yararına usulü kazanılmış hakkın oluşup oluşmadığı hususudur.
    15.1. Öncelikle, usulü kazanılmış hak ile ilgili şu açıklamaların yapılmasında yarar vardır.
    15.2. Mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nda (HUMK) ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nda (HMK) “usulü kazanılmış hak” kavramına ilişkin açık bir hüküm bulunmamaktadır. Bu kurum, davaların uzamasını önlemek, hukuki alanda istikrar sağlamak ve kararlara karşı genel güvenin sarsılmasını önlemek amacıyla Yargıtay uygulamaları ile geliştirilmiş, öğretide kabul görmüş ve usul hukukunun vazgeçilmez, ana ilkelerinden biri hâline gelmiştir. Anlam itibariyle, bir davada, mahkemenin ya da tarafların yapmış olduğu bir usul işlemi ile taraflardan biri lehine doğmuş ve kendisine uyulması zorunlu olan hakkı ifade etmektedir.
    15.3. Yargıtay İçtihadı Birleştirme Genel Kurulunun 04.02.1959 tarihli ve 1957/13 E., 1960/5 K. ve 09.05.1960 tarihli ve 1960/21 E., 1960/9 K. sayılı ilamlarında açıklandığı üzere, bir mahkemenin Yargıtay tarafından verilen bozma kararına uyması sonunda kendisi için o kararda gösterilen şekilde inceleme ve araştırma yaparak, yine o kararda belirtilen hukuki esaslar gereğince karar verme mükellefiyeti meydana gelir ve bu itibarla mahkemenin sonraki hükmünün bozmada gösterilen esaslara aykırı bulunması, usule uygun sayılamaz ve bozma sebebidir; meğer ki, bu aykırılık sadece bozma kararında gösterilen bir usul kaidesine ilişkin bulunsun ve son kararın neticesini değiştirecek bir mahiyet arz etmesin. Mahkemenin bozma kararına uymasıyla meydana gelen durum uyarınca muamele yapma ve hüküm verme durumu, taraflardan birisi lehine ve diğeri aleyhine hüküm verme neticesini doğuracak bir durumdur ve buna usulü kazanılmış hak yahut usule ait kazanılmış hak denilmektedir.
    15.4. Yargıtay içtihatları ile kabul edilen “usulü kazanılmış hak” olgusunun, birçok hukuk kuralında olduğu gibi yine Yargıtay içtihatları ile geliştirilmiş istisnaları bulunmaktadır.
    15.5. Mahkemenin bozmaya uymasından sonra yeni bir içtihadı birleştirme kararı (09.05.1960 tarihli ve 1960/21 E., 1960/9 K. sayılı YİBK) ya da geçmişe etkili yeni bir kanun çıkması karşısında, Yargıtay bozma ilamına uyulmuş olmakla oluşan usulü kazanılmış hak hukukça değer taşımayacaktır. Benzer şekilde; uygulanması gereken bir kanun hükmü, hüküm kesinleşmeden önce Anayasa Mahkemesince iptaline karar verilirse, usulü kazanılmış hakka göre değil, Anayasa Mahkemesinin iptal kararından sonra oluşan yeni duruma göre karar verilebilecektir.
    15.6. Bu sayılanların dışında ayrıca görev, hak düşürücü süre, kesin hüküm itirazı, harç ve maddi hataya dayanan bozma kararlarına uyulmasında olduğu gibi kamu düzeni ile ilgili konularda usulü kazanılmış haktan söz edilemez (Kuru, s. 4738 vd.).
    15.7. Usulü kazanılmış hakkın hukuki sonuç doğurabilmesi için bir davada ya taraflar ya mahkeme ya da Yargıtay tarafından açık biçimde yapılmış olan ve istisnalar arasında sayılmayan bir usul işlemi ile taraflardan biri lehine doğmuş ve kendisine uyulması zorunlu olan bir hakkın varlığından söz edilebilmesi gerekir.
    15.8. Öte yandan 17.04.2013 tarihli ve 6460 sayılı Kanun ile 1086 sayılı HUMK’un 26.09.2004 tarihli ve 5236 sayılı Kanun ile değiştirilmeden önceki 429. maddesinin dördüncü fıkrasına eklenen hüküm ile Yargıtay Dairesinin iki bozma kararı arasındaki çelişkinin giderilmesi için temyiz inceleme yetkisi Hukuk Genel Kuruluna verilmiştir. Böylelikle aynı Yargıtay Dairesinin birbiriyle çelişen kararlarının Hukuk Genel Kurulunda incelenerek giderilmesi amaçlanmıştır. Bu düzenleme birinci veya ikinci bozma kararı lehine bir doğruluk veya kesinlik karinesi ihdas etmemekte olup, düzenleme ile somut olay ekseninde iki zıt bozma kararından hangisinin uygun olduğuna yahut bunların dışında başka bir çözüm seçeneğinin bulunup bulunmadığına üçüncü defa Özel Daire değil de Yargıtay Hukuk Genel Kurulu karar verebilecektir. Bu düzenleme, üçüncü karar¬ların türlerine bakılmaksızın temyizen incelenmesi yönünden direnme kararlarındaki rejimi bu kararlara da bir tür teşmil etmektedir. Bu itibarla 1086 sayılı HUMK’un 26.09.2004 tarihli ve 5236 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun ile değiştirilmeden önceki 429. maddesinin dördüncü fıkrası olarak eklenen hüküm de esasında usulü müktesep hakkın istisnalarından birini oluşturmaktadır.
    15.9. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında; 1086 sayılı HUMK’un 26.09.2004 tarihli ve 5236 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun ile değiştirilmeden önceki 429. maddesinin dördüncü fıkrasına eklenen hüküm ile temyiz incelemesinin Yargıtay Hukuk Genel Kurulunca yapılmasının öngörülmesi Özel Dairenin daha önceki kararlarının yok sayıldığı anlamına gelmeyeceği, esasında bu maddenin ihdas nedeninin usulü kazanılmış hakların korunması ve pekiştirilmesi olduğu, bu maddenin usulü kazanılmış hakların istisnası olarak kabul edilmesinin maddenin amacına ve gerekçesine aykırı olduğu, bu nedenle ön sorunun bulunduğu görüşü ileri sürülmüş ise de bu görüş yukarıda açıklanan nedenlerle Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir.
    15.10. O hâlde 1086 sayılı HUMK’un 26.09.2004 tarihli ve 5236 sayılı Kanun ile değiştirilmeden önceki 429. maddesinin dördüncü fıkrasına eklenen hükmün usulü kazanılmış hakkın istisnasını teşkil etmesi nedeniyle davacı yararına usulü kazanılmış hak doğduğundan söz etmenin mümkün olmadığına oy çokluğuyla karar verilerek ikinci ön sorun da aşılmıştır.

IV. GEREKÇE

  1. Dava, markaya tecavüzün ve haksız rekabetin tespiti, meni ve ref’i istemlerine ilişkindir.
  2. Taraflar arasındaki uyuşmazlığı çözümü için ilk önce markanın korunmasına ilişkin yasal düzenlemeler ile hukuki kavram ve kurumların ortaya konulmasında yarar bulunmaktadır.
  3. Bilindiği üzere, dava tarihinde yürürlükte bulunan 556 sayılı Markaların Korunması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname (556 sayılı KHK) ile sağlanan marka koruması tescil yoluyla elde edilir. Marka tescilinden doğan hakların kapsamı ise 556 sayılı KHK’nin dava tarihi olan 02.11.2004 tarihinde yürürlükte olan 9. maddesinde (anılan madde 21.01.2009 tarihli ve 5833 sayılı Kanun ile değiştirilmiştir) sayılmıştır. Anılan madde;
    “Aşağıda belirtilen hâllerde, marka sahibinin, izni alınmadan markasının kullanılmasının önlenmesini talep etme yetkisi vardır:
    a) Markanın tescil kapsamına giren aynı mal veya hizmetlerle ilgili olarak, tescilli marka ile aynı olan herhangi bir işaretin kullanılması,
    b) Tescilli bir marka ile aynı veya benzer olan ve tescilli markanın kapsadığı mal veya hizmetlerin aynı veya benzeri mal veya hizmetleri kapsayan ve bu nedenle halk üzerinde, işaret ile tescilli marka arasında bağlantı olduğu ihtimali de dahil, karıştırılma ihtimali olan herhangi bir işaretin kullanılması,
    c) Tescilli marka ile aynı veya benzer olan ve tescilli markanın kapsamına giren mal veya hizmetlerle benzer olmayan mal veya hizmetlerde kullanılması halinde, tescili istenen işaretin kullanılmasıyla tescilli markanın itibarından dolayı haksız avantaj elde edecek veya tescilli markanın ayırt edici karakterine zarar verecek nitelikteki herhangi bir işaretin kullanılması.
    Aşağıda belirtilen durumlar, birinci fıkra uyarınca yasaklanabilir:
    a) İşaretin mal veya ambalajı üzerine konulması,
    b) işareti taşıyan malın piyasaya sürülmesi veya bu amaçla stoklanması, teslim edilebileceğinin teklif edilmesi veya o işaret alanda hizmetlerin sunulması veya sağlanması,
    c) İşareti taşıyan malın ithali veya ihracı,
    d) İşaretin, teşebbüsün iş evrakı ve reklamlarda kullanılması.
    Markanın sağladığı haklar, üçüncü kişilere karşı marka tescilinin yayın tarihi itibariyle hüküm ifade eder. Markanın tescili için yapılacak başvurunun yayınlanmasından sonra doğabilecek durumlarla ilgili olarak tazminat talebi yapılabilir. Ancak başvurunun yayını ile doğan haklar, tescilin yayınıyla birlikte tescilli markadan doğan hakların kapsamı içinde değerlendirilir. Mahkeme, öne sürülen iddiaların geçerliliğine ilişkin olarak tescilin yayınlanmasından önce karar veremez.” şeklinde düzenleme içermektedir.
  4. 556 sayılı KHK’nin dava tarihi olan 02.11.2004 tarihinde yürürlükte olan 61. maddesinde (anılan madde 21.01.2009 tarihli ve 5833 sayılı Kanun ile değiştirilmiştir) ise, hangi fiillerin marka hakkına tecavüz sayılacağını açıklamıştır. Anılan madde;
    “Aşağıda yazılı fiiller marka hakkına tecavüz sayılır:
    a) 9 uncu maddenin ihlali,
    b) Marka sahibinin izni olmaksızın markayı veya ayırt edilmeyecek derecede benzerini kullanmak suretiyle markayı taklit etmek,
    c) Markayı veya ayırt edilmeyecek derecede benzerini kullanmak suretiyle markanın taklit edildiğini bildiği veya bilmesi gerektiği hâlde tecavüz yoluyla kullanılan markayı taşıyan ürünleri satmak, dağıtmak veya bir başka şekilde ticaret alanına çıkarmak veya bu amaçlar için ithal etmek veya ticari amaçla elde bulundurmak,
    d) Marka sahibi tarafından sözleşmeye dayalı lisans yoluyla verilmiş hakları izinsiz genişletmek veya bu hakları üçüncü kişilere devir etmek,
    e) (a) ilâ (c) bendlerinde yazılı fiillere iştirak veya yardım veya bunları teşvik etmek veya hangi şekil ve şartlarda olursa olsun bu fiillerin yapılmasını kolaylaştırmak,
    f) Kendisinde bulunan ve başkası adına tescilli bir markayı veya ayırt edilmeyecek derecede benzerini taşıyan ürünün veya ticaret alanına çıkarılan malın nereden alındığını veya nasıl sağlandığını bildirmekten kaçınmak.” şeklinde düzenleme içermektedir.
  5. Görüleceği üzere, 556 sayılı KHK’nin 9 ve 61. maddeleri birlikte değerlendirildiğinde, tescilli bir marka ile aynı veya benzer olan ve bu nedenle bağlantı ihtimali de dâhil halk nezdinde karıştırılma ihtimali bulunan herhangi bir işaretin, markanın tescilli olduğu mallarla aynı veya benzer mallarda kullanılması marka hakkına tecavüz teşkil etmektedir. Karıştırılma (iltibas) ihtimalinden bahsedilmek için halkın bu iki işaret arasında herhangi bir şekilde, herhangi bir sebeple bir bağlantı kurması yeterlidir. Başka bir deyişle, tescilli marka ile kullanılan işaret arasında görsel ve sesçil (fonetik) yönden benzerlik bulunmasa, hatta genel görünüş (umumi intiba) açısından ayniyet veya benzerlik bulunmasa dahi, halk bunlar arasında herhangi bir şekilde bir bağlantı kuruyorsa karıştırılma ihtimalinin mevcudiyeti kabul olunacaktır. 556 sayılı KHK’nin 9/1-b maddesinde “ihtimal” kelimesi özenle ve özellikle kullanılmış bir kelime olup, şekil, ses, anlam, genel görünüm, çağrışım ve bir seri içinde bulunma izlenimi bu kapsamda değerlendirilmektedir. Bununla birlikte halk, aldığı mal veya hizmetin başka bir işletmeye ait olduğunu bilse fakat güvendiği işletme ile mal veya hizmet aldığı işletme arasında ekonomik bir bağlantı bulunduğunu zannetse bile “karıştırılma ihtimali” olduğunun kabulü gerekmektedir (Tekinalp, Ünal: Fikri Mülkiyet Hukuku, İstanbul, 2012, s. 434). Buradaki “halk” kavramından ortalama niteliklere sahip olan tüketicilerin anlaşılması gerekir.
  6. 556 sayılı KHK’nin 61/1-c maddesi yalnızca “ayırt edilemeyecek kadar benzer” olan yani “taklit” markayı taşıyan malların üçüncü kişiler tarafından ticari amaçla elde bulundurulması ya da bu mallar üzerinde ticari amaçla tasarrufta bulunulması hâlinde uygulanabilir.
  7. Taklit marka kullanımı söz konusu olmayıp herhangi bir nedenle karıştırılma (iltibas) ihtimaline neden olacak şekilde benzer marka kullanımının söz konusu olduğu hâllerde ise bu malları piyasaya süren ya da stoklayan kişilerin eylemleri 556 sayılı KHK’nin 61/1-c maddesine göre değil, 61/1-a maddesindeki gönderme nedeniyle 556 sayılı KHK’nin 9/2-b maddesine göre marka hakkına tecavüz oluşturur.
  8. 556 sayılı KHK’nin 61/1-e maddesi gereğince (a), (b), (c) bentlerinde öngörülen tecavüz fiillerine iştirak veya yardım etmek veya bu fiilleri teşvik etmek veya yapılmasını kolaylaştırmak bağımsız bir marka hakkına tecavüz fiili olarak kabul edilmiştir. Bu maddenin kapsamına ise tecavüz fiili işlendikten sonra kanıtların ortaya çıkmasına engel olan kişi, markayı basan matbaacı, klişeyi hazırlayan, markanın bulunduğu malları piyasaya sürüleceği yere taşıyan, bu malları deposunda bir süre saklayan ve dağıtımına yardımcı olan komisyoncu, simsar gibi kişiler girmektedir.
  9. Marka hakkı tecavüze uğrayan kişi, 556 sayılı KHK’nin 61. maddesindeki tecavüz fillerinden birini işleyen mütecavize karşı 556 sayılı KHK’nin 62. maddesi gereğince; marka hakkına tecavüz fiillerinin durdurulması; tecavüzün giderilmesi ve maddi ve manevi zararın tazmini; marka hakkına tecavüz dolayısı ile üretilmesi veya kullanılması cezayı gerektiren eşya ile bu eşyaları üretmeye yarayan araç, cihaz, makine gibi vasıtalara el konulması; el konulan ürünler üzerinde kendisine mülkiyet hakkının tanınması; el konulan ürünlerin ve araçların üzerlerindeki markaların silinmesi veya marka hakkına tecavüzün önlenmesi için kaçınılmaz ise imhası ve mahkeme kararının ilanı taleplerinde bulunabilir.
  10. Diğer taraftan, haksız rekabet kuralları, rekabet hakkının dürüstlük kuralları çerçevesinde kullanılmasını sağlamak ve rekabet hakkının kötüye kullanılmasını engellemek amacı ile sevk edilen kurallardır. Bu kurallar genel nitelikli ve her alanda uygulanabilecek hükümler içermekle birlikte rekabet hakkının, Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) 2. maddesi gereğince dürüstlük kurallarına uygun şekilde kullanılmasını sağlamaya çalışmaktadır (Arkan, Sabih: Ticari İşletme Hukuku, Ankara, 2018, s. 350).
  11. Hem 6762 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nda (6762 sayılı TTK) hem de 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nda (6102 sayılı TTK) haksız rekabet kuralları, ticari nitelik taşısın taşımasın tüm haksız rekabet hâllerini kapsayacak şekilde ve son derece ayrıntılı olarak düzenlenmiştir. Olay ve dava tarihi itibariyle somut olaya uygulanması gereken 6762 sayılı TTK’nin 56. (6102 sayılı TTK’nin 54.) maddesinde haksız rekabete ilişkin amaç ve genel hükme yer verildikten sonra, aynı Kanun’un 57. (6102 sayılı TTK’nin 55.) maddesinde uygulamada sık karşılaşılan ve dürüstlük kurallarına aykırı olan bazı davranış ve fiil örnekleri sayılmıştır (Arkan, s. 350.).
  12. 6762 sayılı TTK’nin 57/1-5 maddesine göre; “Başkasının emtiası, iş mahsulleri, faaliyeti veya ticaret işletmesiyle iltibaslar meydana getirmeye çalışmak veya buna müsait bulunan tedbirlere başvurmak, hususiyle başkasının haklı olarak kullandığı ad, unvan, marka, işaret gibi tanıtma vasıtalariyle iltibasa meydan verebilecek surette, ad, unvan, marka, işaret gibi tanıtma vasıtaları kullanmak veyahut iltibasa meydan veren malları, durumu bilerek veya bilmeyerek, satışa arz etmek veya şahsi ihtiyaçtan başka her ne sebeple olursa olsun elinde bulundurmak” dürüstlük kuralına aykırı haksız rekabet hâli olarak belirtilmiştir. Bu durumda, kişinin bir başkasının haklı olarak kullandığı mal veya iş ürününün ya da ticaret unvanı veya markasının aynısını ya da benzerini kendi iş ve faaliyetinde ticari amaçla kullanması, ilgili malı veya iş ürününü piyasaya sunması iltibasa yol açar ve haksız rekabet teşkil eder. O hâlde 556 sayılı KHK’nin 61. maddesindeki tecavüz fillerinden birini işleyen mütecavizin eylemi aynı zamanda haksız rekabet teşkil etmektedir.
  13. Bu aşamada taraflar arasındaki uyuşmazlığın çözülmesi için markanın hükümsüzlüğü kararının etkisinden de bahsedilmesi gerekmektedir.
  14. Kural olarak tescilli bir markanın daha sonra başkaları tarafından tekrar tescil ettirilmesi hâlinde bu ikinci tescil, ilk tescil yaptıran marka hakkı sahibinin haklarını etkilemez. Tescil sırasında mevcut olan mutlak veya nispi red nedenlerinin varlığına rağmen markanın tescil edilmesi durumunda ilk tescil yaptıran marka sahibi 556 sayılı KHK’nin 42. maddesi gereğince hükümsüzlük davası açabilir. Ancak hükümsüzlük davası sonuçlanmadan tescil yolsuz olsa dahi sonraki markanın kullanımı engellenemeyecektir (Karan, Hakan/Kılıç, Mehmet; Markaların Korunması 556 sayılı KHK Şerhi ve İlgili Mevzuat, Ankara 2004, s.79-80).
  15. 556 sayılı KHK’nin 44. maddesinde markanın hükümsüzlüğünün sonuçları düzenlenmiştir. Anılan madde;
    “Markanın hükümsüzlüğüne karar verilmesi hâlinde, kararın sonuçları geçmişe etkilidir.
    Marka sahibinin kötü niyetli olarak hareket etmesinden kaynaklanan, zararın giderilmesine ilişkin tazminat talepleri saklı kalmak üzere, hükümsüzlüğün geriye dönük etkisi, aşağıdaki durumları etkilemez:
    a) Markanın hükümsüz sayılmasından önce, bir markaya tecavüz sebebiyle verilen hukuken kesinleşmiş ve uygulanmış kararlar,
    b) Markanın hükümsüzlüğüne karar verilmeden önce, yapılmış ve uygulanmış sözleşmeler. (Ancak, hâl ve şartlara göre, haklı sebepler ve hakkaniyet düşüncesi ile sözleşme uyarınca ödenmiş bedelin kısmen veya tamamen iadesi mümkündür.)
    Bir markanın hükümsüzlüğüne ilişkin kesinleşmiş karar, herkese karşı hüküm doğurur.” şeklindedir.
  16. Buna göre maddenin ilk fıkrasında genel olarak markanın hükümsüzlüğüne ilişkin kararın sonuçları itibariyle geçmişe etkili olduğu belirtilmiş, ikinci fıkrada ise marka sahibinin kötüniyetli olarak hareket etmesinden kaynaklanan, zararın giderilmesine ilişkin tazminat talepleri saklı kalmak üzere hükümsüzlük kararının geriye dönük etkisi yönünden iki istisna belirtilmiştir.
  17. 556 sayılı KHK’nin 44/2 maddesi gereğince marka sahibinin kötüniyetli olarak hareket etmesinden kaynaklanan, zararın giderilmesine ilişkin tazminat talepleri istisnalar kapsamına alınmamış, böylece kötüniyetli marka sahibine yöneltilecek tazminat taleplerinde hükümsüzlüğün geçmişe yönelik etkisi mutlak olarak kabul edilmiştir. Bu durumda markanın tescili anından itibaren zamanaşımı süresi içerinde kötüniyetli marka sahibi aleyhine marka hakkına tecavüz ve haksız rekabetten dolayı tazminat talep edilebilecektir. Buna karşılık marka sahibi kötüniyetli değilse marka sahibinden hem marka hakkına tecavüz dolayısıyla hem de haksız rekabet hükümlerine dayanarak tazminat talep edilemeyecektir (Karan/ Kılıç, s. 415). Görüldüğü üzere 556 sayılı KHK’nin 44. maddesinde özellikle “marka sahibinin” kötüniyetinden bahsedilmiş olup, hükümsüz kılınan markanın diğer kişilerce kullanılmasında kötüniyet aranmamıştır. Bu durumda hükümsüz kılınan markayı 556 sayılı KHK’nin 61. maddesinde belirtilen diğer kişilerin kullanımı nedeniyle bu kişilerden marka hakkına tecavüzden dolayı veya haksız rekabet hükümlerine dayanarak tazminat talep edilemeyecektir.
  18. Yukarıda yapılan açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; davalı tarafından dava dışı … San Tic. ve Gıda Paz. A.Ş. için ürün (çay) ambalajı basımının yapıldığı, bu ürün ambalajında ise davacıya ait markaların benzerlerinin davacıdan izin alınmadan kullanıldığı anlaşılmaktadır.
  19. Davacıya ait tescilli ambalaj tasarımı ve bu tasarımın yer aldığı “şekil” markası bulunduğu, ayrıca davacıya ait tescilli “Tiryaki Çayı+Şekil”, “Rize Harman+Şekil”, “Hediyelik+Şekil”, “Tomurcuk+Şekil” ve “Filiz+Şekil” ibarelerini asli unsur olarak taşıyan çok sayıda markasının bulunduğu ve bu markaların 30. sınıfta çay emtiasını da kapsar şekilde tescilli olduğu, ayrıca davacının bu markaları fiili olarak çay emtiasında kullandığı, davalının “Rize Harman+Şekil”, “Hediyelik+Şekil”, “Tomurcuk+Şekil” ve “Filiz+Şekil” ibarelerinin asli unsur olarak yer aldığı ürün (çay) ambalajlarının basımını dava dışı … San. Tic. ve Gıda Paz. A.Ş. için yaptığı dosya kapsamı ile sabittir. Ancak davalı tarafından “Tiryaki Çayı+Şekil” ibareli markayı taşıyan ürün (çay) ambalajının basımının yapıldığı hususu ispatlanamamıştır.
  20. Dosya kapsamında yer alan bilirkişi raporu ile davalının “Rize Harman+Şekil”, “Hediyelik+Şekil”, “Tomurcuk+Şekil” ve “Filiz+Şekil” ibarelerinin asli unsur olarak yer aldığı ürün (çay) ambalajlarının basımını yaptığı ürün ambalajlarında yer alan markalar ile davacı markaları arasında iltibas oluştuğu, ancak “Hediyelik+Şekil” ibareli markanın dava dışı şirket adına tescilli olduğu için bu marka yönünden tecavüz oluşmayacağı, bu nedenle davalı eyleminin diğer markalar yönünden 556 sayılı KHK’nin 61/1-e maddesi gereğince marka hakkına tecavüz oluşturduğu şeklinde görüş bildirilmiştir. Gerçekten de dava konusu ürün ambalajlarında kullanılan markaların, özellikle davacının şekil markasının ve “Rize Harman+Şekil”, “Hediyelik+Şekil”, “Tomurcuk+Şekil” ve “Filiz+Şekil” ibareli markalarındaki asli unsurların ön plana çıkarılması suretiyle kullanıldığı anlaşılmakta olup, bu durumun ortalama tüketici nezdinde markalar arasında iltibasa yol açacağı aşikardır. Öte yandan dava konusu “Hediyelik+Şekil” ibaresi dava dışı … San. Tic. ve Gıda Paz. A.Ş. adına 2000/08125 sayı ile tescilli olduğu için bu marka yönünden haksız kullanımdan bahsedilemeyecektir. Bu itibarla davalının davacıya ait olan şekil markası ile “Rize Harman+Şekil”, “Tomurcuk+Şekil” ve “Filiz+Şekil” ibarelerinin asli unsur olarak yer aldığı ürün (çay) ambalajlarının basımı eyleminin 556 sayılı KHK’nin 61/1-e maddesi gereğince markaya tecavüz oluşturduğu ve ayrıca haksız rekabet teşkil ettiği açıktır.
  21. Davacı tarafından kendisine ait markalar ile iltibas yaratacak şekildeki markaları taşıyan ambalajların davalı tarafından basıldığı ileri sürülerek davalı aleyhine 17.09.1990 tarihinde İzmir 3. Asliye Ticaret Mahkemesinde tecavüzün men’i ile maddi ve manevi tazminat davası açılmış, İzmir 3. Asliye Ticaret Mahkemesinin 27.12.1996 tarihli ve 1995/690 E., 1995/1330 K. sayılı kararı ile davalının davacıya ait markaları çay poşetlerinde, kutularında, ambalajlarında basmak suretiyle tecavüzde bulunduğu gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir. Mahkemenin anılan kararı Yargıtay denetiminden geçerek kesinleşmiştir. Dolayısıyla davalının 556 sayılı KHK’nin 61/1-e maddesi kapsamındaki işbu davaya konu eyleminde asıl mütecavizin fiilinin tecavüz oluşturduğunu bildiği veya bilebilecek durumda olduğu ve kusurlu bulunduğu kabul edilmelidir.
  22. Bununla birlikte davacı tarafından dava dışı … San. Tic. ve Gıda Paz. A.Ş. aleyhine bu şirket adına tescilli 2000/18732 sayılı “…+Şekil” ibareli, 2000/18731 sayılı “…+Şekil” ibareli ve 2000/08125 sayılı “Hediyelik Çay+Şekil” ibareli markaların hükümsüzlüğü istemli 05.03.2002 tarihli dava açılmış, Rize 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin (Fikrî ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesi Sıfatıyla) 19.01.2006 tarihli ve 2002/96 E., 2006/5 K. sayılı kararı ile kötüniyetli tescil nedeniyle markaların hükümsüzlüğüne karar verilmiştir. Anılan mahkeme kararı Yargıtay denetiminden geçerek kesinleşmiştir. Hükümsüzlük kararı verilen 2000/08125 sayılı “Hediyelik Çay+Şekil” ibareli marka işbu dava konusu markalardan birisidir. Dava konusu diğer “Rize Harman+Şekil”, “Tomurcuk+Şekil” ve “Filiz+Şekil” ibareli markalar ise dava dışı şirket adına tescilli değildir. Mahkemece 2000/08125 sayılı “Hediyelik Çay+Şekil” ibareli markanın kötüniyetli tescil nedeniyle hükümsüzlüğüne karar verildiğine göre bu karar, marka sahibi yönünden geçmişe etkili olarak sonuç doğuracaktır. Ancak davalı, marka sahibi olmadığından davalıya karşı hükümsüzlük kararının geriye etkisi söz konusu olmayacaktır. Bu kapsamda “Hediyelik Çay+Şekil” ibareli marka yönünden davalıya karşı markaya tecavüz ve haksız rekabet nedeniyle tazminat talebi ileri sürülemeyecek, ancak diğer markalar yönünden ileri sürülebilecektir.
  23. Dosya kapsamında yer alan ve denetime elverişli olan ek bilirkişi raporu ile “Hediyelik Çay+Şekil” ibareli marka yönünden davalıya karşı markaya tecavüz ve haksız rekabet nedeniyle tazminat talebinin ileri sürülemeyeceği belirtilmiş ve diğer markalar göz önüne alınarak davacının davalıdan marka hakkına tecavüz ve haksız rekabet nedeniyle 16.303,74 TL maddi tazminat talep edebileceği hesaplanmıştır.
  24. O hâlde mahkemece, yukarıda belirtilen hususlar gözetilerek davalının “Rize Harman+Şekil”, “Tomurcuk+Şekil” ve “Filiz+Şekil” ibareli markaları taşıyan ürün (çay) ambalajı basma eyleminin 556 sayılı KHK’nin 61/1-e maddesi gereğince davacının marka hakkına tecavüz oluşturduğu ve ayrıca haksız rekabet teşkil ettiği kabul edilip sonucuna göre karar verilmelidir.
  25. Hâl böyle olunca mahkeme kararının yukarıda açıklanan nedenlerle bozulması gerekmiştir.

V. SONUÇ:
Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile mahkeme kararının yukarıda açıklanan nedenlerden dolayı BOZULMASINA,
İstek halinde temyiz peşin harcın yatırana geri verilmesine,
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun Geçici 3. maddesi uyarınca uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 440. maddesi gereğince kararın tebliğinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 25.11.2020 tarihinde oy birliği ile karar verildi.

“Eşini Evden Kovma”nın Kendi İçinde “Hakaret Eylemini” Barındırması – Boşanmada Manevi Tazminat

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu         2017/2644 E.  ,  2021/68 K.

Erkek eşin davacıya hakaret ettiği ve zaten “eşini evden kovma” şeklinde gerçekleşen kusurlu davranışın kendi içinde “hakaret eylemini” barındırmasının doğal sonucu olmasına göre yerel mahkemece, somut olaya uygun ve aynı yönlere işaret eden bozma kararına uyulması gerekirken, davalı erkek eşin kişilik haklarına saldırı niteliği taşıyan kusurlu davranışının ispat edilemediği gerekçesiyle davacı kadın eşin manevi tazminat talebinin reddine karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirmiştir.


1. Taraflar arasındaki “boşanma” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Kayseri 1. Aile Mahkemesince verilen davanın kabulüne ilişkin karar, davacı vekilinin temyizi üzerine Yargıtay 2. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
2. Direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:

I. YARGILAMA SÜRECİ
Davacı İstemi:
4. Davacı vekili 21.11.2014 tarihli dava dilekçesinde; tarafların 31.03.2000 tarihinde evlendiğini, ortak iki çocuklarının bulunduğunu, davalının aşırı bencil, ileri derecede cimri, eşine ve çocuklarına ilgisiz olduğunu, yalan söylediğini, evlilik birliğinden doğan yükümlülüklerini yerine getirmediğini, sürekli küfür ederek kötü davrandığını ve son olarak evden kovduğunu ileri sürerek tarafların boşanmalarına, velayetlerin anneye verilmesine, çocuklar yararına ayrı ayrı 1.000,00TL tedbir-iştirak nafakası ve müvekkili yararına 1.000,00TL tedbir nafakası ile 50.000,00TL maddi, 50.000,00TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesini dava ve talep etmiştir.
Davalı İstemi:
5. Davalı 02.02.2015 tarihli cevap dilekçesinde; tüm iddiaları inkâr ederek, davacının Kayseri’de yaşamak istediğini, bu durumu kabul etmemesi nedeniyle boşanma davası açtığını, böyle bir sebeple evlilik birliğinin yıkılmaması gerektiğini savunarak davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.
İlk Derece Mahkemesi Kararı:
6. Kayseri 1. Aile Mahkemesi’nin 15.04.2015 tarihli ve 2014/894 E., 2015/285 K. sayılı kararı ile; davalı erkek eşin birlik görevlerini yerine getirmediği, cimri olduğu, evin ihtiyaçlarını karşılamadığı, eşi ve çocukları ile ilgilenmediği, bu nedenle boşanmaya sebep olan olaylarda tam kusurlu olduğu gerekçesiyle tarafların boşanmalarına, çocukların velayetlerinin anneye verilmesi ile her bir çocuk yararına ayrı ayrı 400,00TL tedbir-iştirak nafakası ile davacı yararına 15.000,00TL maddi tazminat ödenmesine, manevi tazminat talebinin ise davalı erkek aleyhine, kadın eşin kişilik haklarına saldırı teşkil eder nitelikte kusurlu bir davranışın varlığı ispatlanamadığından reddine karar verilmiştir.

Özel Daire Bozma Kararı:
7. Yargıtay 2. Hukuk Dairesinin 22.02.2016 tarihli ve 2015/12891 E., 2016/3100 K. sayılı kararı ile;
“…Hüküm davacı kadın tarafından kusur belirlemesi, manevi tazminatın reddi ve maddi tazminatın miktarı yönünden temyiz edilmekle, evrak okunup gereği görüşülüp düşünüldü:
1-Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuni gerektirici sebeplere göre davacı kadının aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yersizdir.
2-Toplanan delillerden, davalı erkeğin mahkemece belirlenen kusurlu davranışları yanında eşini evden kovduğu ve hakaret ettiği anlaşılmaktadır. Erkeğin gerçekleşen bu kusurlu eylemleri davacı kadının kişilik haklarına saldırı niteliğindedir. Davacı kadın yararına manevi tazminatın (TMK. m.174/2) şartları oluştuğu nazara alınarak lehine manevi tazminata hükmedilmesi gerekirken kusur belirlemesinde yanılgıya düşülerek kusurların kadının kişilik haklarına saldırı oluşturmadığı gerekçesiyle bu isteğin reddine hükmedilmiş olması usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirmiştir,…” gerekçesiyle karar bozulmuştur.
Direnme Kararı:
8. Kayseri 1. Aile Mahkemesinin 12.05.2016 tarihli ve 2016/311 E, 2016/420 K. sayılı kararı ile bozma öncesi kararda yer alan gerekçenin yanında bozma ilamının yerinde olmadığı, önceki hükmün daha isabetli olduğu gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme Kararının Temyizi:
9. Direnme kararı yasal süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

II. UYUŞMAZLIK
10. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; davalı tarafın kusurlu davranışlarının tamamı bir bütün olarak değerlendirildiğinde, davacının kişilik haklarının saldırıya uğrayıp uğramadığı, burada varılacak sonuca göre davacı yararına Türk Medeni Kanunu’nun 174/2 maddesinde yer alan manevi tazminat koşullarının oluşup oluşmadığı noktasında toplanmaktadır.

III. GEREKÇE
11. Uyuşmazlığın çözümü bakımından ilgili yasal düzenleme ve kavramların açıklanmasında yarar görülmektedir.
12. Bilindiği üzere 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) “Evlilik birliğinin sarsılması” başlıklı 166. maddesinin bir ve ikinci fıkraları;
“Evlilik birliği, ortak hayatı sürdürmeleri kendilerinden beklenmeyecek derecede temelinden sarsılmış olursa, eşlerden her biri boşanma davası açabilir.
Yukarıdaki fıkrada belirtilen hâllerde, davacının kusuru daha ağır ise, davalının açılan davaya itiraz hakkı vardır. Bununla beraber bu itiraz, hakkın kötüye kullanılması niteliğinde ise ve evlilik birliğinin devamında davalı ve çocuklar bakımından korunmaya değer bir yarar kalmamışsa boşanmaya karar verilebilir.” hükmünü taşımaktadır.
13. Genel boşanma sebeplerini düzenleyen ve yukarıya alınan madde hükmü, somutlaştırılmamış veya ayrıntıları ile belirtilmemiş olması nedeniyle evlilik birliğinin sarsılıp sarsılmadığı noktasında hâkime çok geniş takdir hakkı tanımıştır.
14. Boşanma nedeniyle eşlerin birbirine karşı nafaka ve tazminat ödeme yükümlülüğü TMK’nın 174. maddesiyle “Mevcut veya beklenen menfaatleri boşanma yüzünden zedelenen kusursuz veya daha az kusurlu taraf, kusurlu taraftan uygun bir maddî tazminat isteyebilir.
Boşanmaya sebep olan olaylar yüzünden kişilik hakkı saldırıya uğrayan taraf, kusurlu olan diğer taraftan manevî tazminat olarak uygun miktarda bir para ödenmesini isteyebilir.” şeklinde düzenleme altına alınmıştır.
15. Eldeki davada; ilk derece mahkemesince boşanmaya sebep olan olaylarda erkek eşin tam kusurlu olduğu gerekçesiyle tarafların boşanmalarına karar verilmiştir. Ne var ki, erkek eşe yüklenen kusurlu davranışların diğer tarafın kişilik haklarına saldırı teşkil etmediği gerekçesiyle kadın eşin manevi tazminat istemi reddedilmiştir.
16. Manevi tazminat talepleri boşanmanın eşlerle ilgili mali sonuçlarından biri olup, boşanma nedeniyle hükmedilecek maddi ve manevi tazminat talepleri hakkında TMK’nın 174. maddesi “Mevcut veya beklenen menfaatleri boşanma yüzünden zedelenen kusursuz veya daha az kusurlu taraf, kusurlu taraftan uygun bir maddî tazminat isteyebilir. Boşanmaya sebep olan olaylar yüzünden kişilik hakkı saldırıya uğrayan taraf, kusurlu olan diğer taraftan manevî tazminat olarak uygun miktarda bir para ödenmesini isteyebilir.” hükmünü taşımaktadır.
17. Maddenin ikinci fıkrasına göre boşanma sonucunda manevi tazminata karar verilebilmesi için diğer koşullar yanında manevi tazminat talebinde bulunan tarafın, boşanmaya sebep olan olaylar nedeniyle kişilik haklarının saldırıya uğraması gerekir.
18. Kişilik hakları, bir bütün olarak kişinin maddi ve manevi varlığıyla ilişkili ve bu varlığın geliştirilmesini hedefleyen haklar ve özgürlükler olarak tanımlanır. Bu haklar; kişiliğe bağlı, dokunulamaz, devredilemez ve vazgeçilemez haklardır. Kişilik haklarının mutlak bir hak oluşu, hak sahibine, bu hakka ve hakkın içerdiği değerlere herkesin saygı göstermesini isteme, kişisel değerlerin korunmasını herkesten isteme, yasaların, kamu düzeninin ve genel ahlak ile adabın çizdiği sınırlar içerisinde dilediği gibi kullanma hakkı verir. Kişilik hakkı kavramı; kişiyi var eden, kişiliğini serbestçe geliştirmesini sağlayan, diğer kişilerden farklılığını temin eden bütün değerler üzerindeki haktır. Yaşam, vücut bütünlüğü, özgürlükler, şeref ve haysiyet, özel yaşam, isim, resim gibi kişisel varlıklar üzerindeki haklar kişilik hakkını ifade eder. Bu varlıklara yönelen saldırılar ise kişilik hakkının ihlali sonucunu doğururlar.
19. Kişilik haklarının korunmasına ilişkin temel düzenleme TMK’nın 23, 24 ve 25. maddelerinde yer almakta; Türk Borçlar Kanunu’nun 58. maddesi ile bu düzenlemeler tamamlanmaktadır. Ancak bu genel korumanın dışında bazı kişisel değerleri koruyan özel hükümler de bulunmakta olup, TMK’nın 174. maddesi bu hükümlerden biridir.
20. Özel Daire ile yerel mahkeme arasındaki uyuşmazlık; ilk derece mahkemesince belirlenen kusurlu davranışlar yanında ayrıca erkek eşin “evden kovma ve hakaret etme” şeklinde gerçekleşen kusurlu davranışları sergileyip sergilemediği noktasında toplandığına göre Yargıtay’da boşanma davalarına yönelik temyiz incelemesini hangi kıstaslara göre yapıldığıyla ilgili açıklama yapılmasında yarar bulunmaktadır.
21. Yargıtay boşanma davalarında temyiz incelemesi aşamasının daha sağlıklı yürütülebilmesi amacıyla; her bir davada verilecek olan boşanma kararı, ferileri ve boşanmanın mali sonuçları yönünden yapılacak denetlemeye uygun şekilde, tarafların boşanmaya sebep olan olaylarda gerçekleşen kusurlu davranışları belirtildikten sonra eşlerin kusur durumlarını “kusursuz, az kusurlu, eşit kusurlu, ağır kusurlu veya tam kusurlu eş” şeklinde belirlenmesi gerektiğini belirtmiştir. Yine Yargıtay, 03.07.1978 tarihli, 5/6 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararıyla da “kimin daha fazla kusurlu olduğunu tayin hususunda önceden bir ölçü konulamayacağına ve bu hususta bir içtihadı birleştirmeye gidilemeyeceğine” karar vererek her bir boşanma davasında tarafların kusurluluk durumlarının kendine özgü ve o evliliğe münhasır olduğunu kabul etmiştir.
22. Yeri gelmişken belirtmek gerekir ki; TMK’nın 166. maddesinin 1 ve 2. fıkraları uyarınca evlilik birliği, eşler arasında ortak hayatı çekilmez duruma sokacak derecede temelinden sarsılmış olduğu takdirde, eşlerden her biri kural olarak boşanma davası açabilir ise de, Yargıtay bu hükmü tam kusurlu eşin dava açamayacağı şeklinde yorumlamaktadır. Çünkü tam kusurlu eşin boşanma davası açması tek taraflı irade ile sistemimize aykırı bir boşanma olgusunu ortaya çıkarır. Boşanmayı elde etmek isteyen kişi karşı tarafın hiçbir eylem ve davranışı söz konusu olmadan, evlilik birliğini, devamı beklenmeyecek derecede temelinden sarsar, sonra da mademki “birlik artık sarsılmıştır” diyerek boşanma doğrultusunda hüküm kurulmasını talep edebilir. Böyle bir düşünce, kimsenin kendi eylemine ve tamamen kendi kusuruna dayanarak bir hak elde edemeyeceği yönündeki temel hukuk ilkesine aykırı düşer (TMK m.2). Nitekim benzer ilkeye HGK’nın 04.12.2015 T., 2014/2-594 E. ve 2015/2795 K. sayılı kararında da değinilmiştir. Bu durumda kusur ilkesine göre genel sebeple (TMK m. 166/1) boşanmaya karar verebilmek için davalının az da olsa kusurlu olması gerekir.
23. Bu açıklamalar kapsamında elde ki davaya gelince; tarafların komşusu olan tanık beyanlarına göre, erkek eşin davacıyı evden kovduğu, bu nedenle kadın eşin iki gece tanık N.K.’nın evinde kaldığı, sonrasında komşuların aralarında para topladığı, toplanan parayla davacıya uçak bileti aldıkları ve davacı eşi Kayseri’ye ailesinin yanına gönderdikleri anlaşılmaktadır. Tüm bu hususlar birlikte değerlendirildiğinde; erkek eşin davacıya hakaret ettiği ve zaten “eşini evden kovma” şeklinde gerçekleşen kusurlu davranışın kendi içinde “hakaret eylemini” barındırmasının doğal sonucu olmasına göre yerel mahkemece, somut olaya uygun ve aynı yönlere işaret eden bozma kararına uyulması gerekirken, davalı erkek eşin kişilik haklarına saldırı niteliği taşıyan kusurlu davranışının ispat edilemediği gerekçesiyle davacı kadın eşin manevi tazminat talebinin reddine karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirmiştir.
24. O hâlde, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırı olup direnme kararı bozulmalıdır.

IV. SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
Davacı vekilinin temyiz itirazının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA,
İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine,
Aynı Kanun’un 440. maddesi uyarınca kararın tebliğ tarihinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 11.02.2021 tarihinde oy birliği ile karar verildi.

Mobing Nedir ve Ne Değildir? Sistematik Olmayan Bir Kere Yaşanan Kötü Davranış Mobing Sayılmaz

Yargıtay 9. Hukuk Dairesi         2017/17931 E.  ,  2020/14104 K.

“Aynı ortamda bulunan veya aynı organizasyona bağlı olan bir veya birden fazla kimsenin, bir kişiye belli bir amaçla, sistematik bir şekilde, yılgınlık, korku, tedirginlik, endişe, bunalım, bıkkınlık, sıkıntı veya kaygı oluşturacak söz, tutum veya davranışlarla psikolojik ve duygusal baskı kurarak onu belli şekilde davranmaya ya da davranmamaya, ortak alandan uzaklaştırmaya, güçsüzleştirmeye, değersizleştirmeye, aşağılamaya, küçük düşürmeye veya pasifize etmeye yönelik çabalarına mobbing denilir.”

Yerel Mahkeme Kararı Özeti: Mahkemece, tanık beyanları incelendiğinde davacının işyerinde uygulanan psikolojik taciz ( Mobing ) sebebi ile haklı olarak iş akdini feshettiği ve bu sebeple kıdem tazminatına hak kazandığı gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.


Y A R G I T A Y K A R A R I
Davacı isteminin özeti:
Davacı vekili, müvekkilinin yaklaşık yedi yıl davalı şirkette çalıştığını, çalışmasının ilk yıllarında davalı işyerinde sorun yaşamayan müvekkilinin son yıllarda sürekli sorunlarla karşılaştığını, işveren tarafından haksız muamelelere maruz bırakıldığını, müvekkil aleyhine ileride herhangi bir uyuşmazlık durumunda kullanmak için haksız ve her türlü somut olgudan uzak tutanaklar tutulduğunu, işveren tarafından müvekkilinin çalışma sahasının sık sık değiştirildiğini, 4-5 işçinin aynı anda yapabileceği işin 2 işçi tarafından zorla yaptırıldığını, işveren tarafından yapılan bütün bu kötü muamelelerin mobbing olduğunun açık olduğunu, işverenin bütün bunları yaparak müvekkil işçiyi sindirip yıldırarak işi kendi isteğiyle bırakmasını amaç edindiğini, bu kötü muamelelerin sistemli ve sistematik şekilde müvekkil işçinin işi bıraktığı ana kadar devam ettiğini, nitekim müvekkil işçinin bu kötü muamelelere daha fazla dayanamayıp durumu işverene ilettiğinde, işverenin buna karşılık “ya çalışsın yada gitsin evinde yatsın” diyerek adeta müvekkili işten kovduğunu, bunun üzerine müvekkil işçinin işi haklı nedenlerle bıraktığını ileri sürerek, kıdem tazminatı alacağının davalıdan tahsilini istemiştir.
Davalı cevabının özeti:
Davalı vekili, mobing ile ilgili iddialarının gerçeği yansıtmadığını, davacıya olağanın üzerinde bir iş verilmediğini, davacının yetkili müdürün talimatlarını yerine getirmeyerek işten çıkarılmak için bahaneler ürettiğini, kendisinin işten ayrılmak istediğini, soyut ve gerçek dışı beyanlarla sözleşmeyi feshettiğini savunarak davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.
Mahkeme kararının özeti:
Mahkemece, tanık beyanları incelendiğinde davacının işyerinde uygulanan psikolojik taciz sebebi ile haklı olarak iş akdini feshettiği ve bu sebeple kıdem tazminatına hak kazandığı gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.
Temyiz:
Kararı davalı vekili temyiz etmiştir.
Gerekçe:
1-Dosyadaki yazılara, toplanan delillerle kararın dayandığı kanuni gerektirici sebeplere göre, davalının aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yerinde değildir.
2-Taraflar arasında davacıya mobbing uygulanıp uygulanmadığı ve bunun sonuca bağlı olarak davacının iş akdini haklı nedenle feshedip etmediği hususu tartışmalıdır.
Aynı ortamda bulunan veya aynı organizasyona bağlı olan bir veya birden fazla kimsenin, bir kişiye belli bir amaçla, sistematik bir şekilde, yılgınlık, korku, tedirginlik, endişe, bunalım, bıkkınlık, sıkıntı veya kaygı oluşturacak söz, tutum veya davranışlarla psikolojik ve duygusal baskı kurarak onu belli şekilde davranmaya ya da davranmamaya, ortak alandan uzaklaştırmaya, güçsüzleştirmeye, değersizleştirmeye, aşağılamaya, küçük düşürmeye veya pasifize etmeye yönelik çabalarına mobbing denilir.
İşyerinde mobbing, belirli kişi ya da kişilerin zarar verici söz, tutum ve davranışlarına maruz kalınmasıyla başlayan yıldırma, yıpratma, sindirme, bıktırma ve belli şekilde davranmaya mecbur bırakma sürecini içermektedir. Bu sürecin başından sonuna kadar hedef alınan kişi veya kişilere sistemli bir şekilde psikolojik, duygusal ve sosyal saldırı gerçekleştirilmektedir. Hedef alınan kişinin şeref, kişilik, karakter, inanç, değer, yetenek, tecrübe, düşünce, tercih, yaşam biçimi ve kültür gibi yönlerine topluca bir saldırı söz konusudur. Bu saldırı, dedikodu ve söylenti çıkarma, iftira atma, çalışanlar önünde küçük düşürme, hafife alma, karalama, kötüleme ve yok sayma gibi kişiyi zihinsel, ruhsal, fiziksel ve bedensel olarak etkileyebilecek eylemlerle yapılmaktadır.
Uluslararası Çalışma Örgütü’ne göre mobbing, “bir veya bir grup işçiyi sabote etmek için yapılan, zalimce, kötü niyetli, intikamcı, aşağılayıcı ve eleştirici tavırlarla kendini gösteren davranış biçimi” şeklinde tanımlanmaktadır.
Mobbingi; stres, tükenmişlik sendromu, işyeri kabalığı, iş tatminsizliği ya da doyumsuzluğu gibi olgulardan ayıran husus, belli kişinin belli bir amaca yönelik olarak hedef alınması, yapılan haksızlığın sürekli, sistematik ve sık oluşudur.
Süreklilik göstermeyen, belli aralıklarla sık sık tekrarlanmayan, haksız, kaba, nezaketsiz veya etik dışı davranış mobbing olarak nitelendirilemez.
Somut uyuşmazlıkta, tanık beyanları değerlendirilerek mahkemece davacıya mobbing uygulandığı kanaatine varılarak iş akdinin haklı nedenle feshedildiği kabul edilmiştir. Yargılama esnasında dinlenen davacı ve davalı tanıklarının beyanlarında özetle davacıya karşı iş yerinde uygulanan herhangi bir baskı ve art niyet olmadığını, davacıya karşı herkese davranıldığı gibi davranıldığını, patronlarının kimseye ayrımcılık yapmadığını bizzat belirtmiş oldukları gibi davacı tanık beyanlarına göre davacının işi bıraktığı gün yaşanan olayda sadece bir defaya özgü yükleme işinin üç-dört işçi yerine davacının da yer aldığı iki kişi tarafından yapılmasının istenmesi ve davacının da iki kişi ile bu işin yapılmayacağını belirtmesi üzerine patron tarafından yükleme yapacaksa yüklesin yoksa evinde otursun şeklinde ki söyleminin ardından davacının iş yerini terk ettiği anlaşılmakla yaşanan bu olay ve davacının tüm hizmet süresi boyunca doğrudan davacıyı hedef alan, sürekli ve sistematik baskıdan bir diğer anlatımla mobbing olarak nitelendirilebilecek bir durumdan bahsetmenin mümkün olmadığı gibi dosya kapsamına göre davacıya mobbing uygulandığına yönelik ispata yarar tanık beyanı da dahil hiçbir delil bulunmamaktadır. Bu itibarla davacının mobbing iddiasına dayalı iş akdini haklı nedenle feshettiği iddiasını kanıtlayamadığından kıdem tazminat talebinin reddi gerekirken kabulü hatalı olup, kararın bozulması gerekmiştir.
Sonuç:
Temyiz olunan kararın yukarıda yazılı sebepten BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının isteği halinde ilgiliye iadesine, 02/11/2020 gününde oybirliğiyle karar verildi.

×