“Avukatlık Sanatı” Programı Başladı

2019 yılı verilerine göre Türkiye’deki avukat sayısı 145.000’i, hukuk okuyan öğrenci sayısı ise 80.000’i geçmiş durumda. Sadece İstanbul Barosuna 2019 yılında kayıt olan avukat sayısı 5.000’e yakın. 2024 yılında beklenen avukat nüfusu 220.000 olarak belirlendi.

Bu açıdan bakıldığında, 10-15 yıl öncesinde stajyerler ile yeni mesleğe başlayan meslektaşlar, usta-çırak ilişkisi çerçevesinde mesleki tecrübe kazanacakları avukatların yanında çalışıp, avukatlık mesleğini öğrenebiliyorken, artan sayı karşısında şimdiki genç meslektaşlar ve adaylar ne çalışacak bir yer bulabiliyorlar, ne de staj yapacak bir büro, hatta kağıt üzerinde dahi stajını onaylatacak büro bulmakta zorlanıyorlar.

Bu nedenle 2019 yılında haftanın bir günü ofisimde, bir günü ise adliyede olmak üzere alternatif bir staj eğitim programı başlatmıştım. Bu programda genç meslektaş adaylarına Avukatlık Mesleğinin nasıl yapılması gerektiğini, etik kuralları, müvekkil ilişkilerini, ikna psikolojisini, ofis düzeni ve büro yönetimini, ücret politikasını, ne zaman ve nasıl büro açılması gerektiğini, bağlı çalışma-serbest çalışma avantaj ve dezavantajlarını anlatıp elimden geldiğince yol gösterici olmaya çalışmıştım.

Pandemi nedeniyle ara vermek zorunda kaldığım programı, Avukat Hakları Grubu‘nun desteğiyle ve yayın ortağım Av. Halime Albayrak Akdevici’nin de katkısı ile online platforma taşıma kararı aldık. Youtube, Twitter, Facebook, İnstagram vb platformalardan canlı yayınlanan programımızda; her hafta “Usta – Öğretici Avukat” olarak bildiğimiz meslek büyüklerimizi davet ederek gençlere bir yol gösterici ile meslek hayatında nasıl yol alabileceklerini öğretmeye, göstermeye çalışıyoruz.

İlk programımızı benim mesleğe başlarken rol model olarak kabul ettiğim, gençlere bilgilerini paylaşma konusunda çok cömert olan Av. Mehmet Gün ile yaptık. Çok verimli ve güzel geçen programın izlenme sayısı da bizi çok mutlu etti. Gençlerin bu konudaki talebini çok iyi fark ettik ve bundan sonra her hafta bir “Usta – Öğretici Avukat” eşliğinde gençlere ışık olmaya ve yol göstermeye devam edeceğiz.

Programı beğenir ve devamının gelmesini isterseniz bizlere yorum bırakarak hangi soruların sorulmasını istediğinizi, kimleri programda konuk olarak görmek istediğinizi iletebilirsiniz.

Sevgilerle,

Av. Akın CEYLAN

Kat Karşılığı İnşaat Sözleşmesi- Ruhsata Aykırı Proje – Tapu İptal ve Tescil – Kaçak Yapılan Bağımsız Bölümü Satın Alanın Tescil Talebinin Reddi

Yargıtay 15. Hukuk Dairesi         2020/638 E.  ,  2020/2923 K.

Asıl dava, kat karşılığı inşaat sözleşmesi uyarınca arsa sahibine karşı; birleşen dava ise yükleniciye karşı açılan tapu iptal ve tescil talebi ile tescil talebinin mümkün olmaması halinde taşınmazın dava tarihi itibariyle tespit edilen değerinin faizi ile tahsili talebine ilişkindir. Mahkemece asıl ve birleşen davanın kabulü ile gayrimenkul hissesinin davacı adına tesciline dair verilen kararın davalı vekilince süresi içerisinde istinaf başvurusunda bulunulması üzerine … Bölge Adliye Mahkemesi 7. Hukuk Dairesi’nce istinaf başvurusunun kabulü ile ilk derece mahkemesi kararının kaldırılmasına ve davanın reddine dair verilen karar, davacı vekilince temyiz edilmiştir.
6100 sayılı HMK geçici 3/2 maddesinde, bölge adliye mahkemelerinin göreve başlama tarihinden önce verilen kararlar hakkında, kesinleşinceye kadar 1086 sayılı Kanun’un 26.09.2004 tarihli ve 5236 sayılı Kanun’la yapılan değişiklikten önceki 427 ila 454’üncü madde hükümlerinin uygulanmasına devam olunacağı, bu kararlara ilişkin dosyaların bölge adliye mahkemelerine gönderilmeyeceği düzenlenmiştir. Bu düzenleme nedeniyle bir dosyada 20.07.2016 tarihinden önce HUMK hükümlerine göre temyize tabi nihai bir karar verilmiş ve bu karar temyiz edilmeyerek kesinleşmiş ise bu karar temyiz edilmeyerek kesinleşmiş olsa bile o dosyada kesinleşinceye kadar verilecek tüm kararlar HMK hükümlerine göre istinafa tabi olmayıp doğrudan HUMK hükümlerine göre temyize tabidir. Bu nedenle daha önce HUMK hükümlerine göre temyize tabi olarak görevsizlik veya
yetkisizlik kararı verilmiş, ise bu karar temyiz edilmemiş olsa bile sonrasında dosyanın gönderildiği mahkemece verilen karar dahi HUMK hükümlerine göre temyize tabi olacaktır. HMK geçici 3/2 maddedeki ilk düzenlemede “aleyhine temyiz yoluna başvurulmuş olan” ibaresi değiştirilerek “kararlar” ibaresi getirildiğinden bu değişiklik açıkça bu sonucu gerektirmektedir.
Somut olayda, kanun yoluna başvurulan yerel mahkemenin davanın kabulüne dair verdiği karar 02.11.2017 tarihli olup kural olarak istinaf kanun yoluna tabi ise de, öncesinde … 6.Tüketici Mahkemesi’nin 2011/504 Esas, 2013/1385 Karar sayılı ilamı ile mahkemenin yetkisizliğine, dosyanın yetkili … Tüketici Mahkemesi’ne gönderilmesine dair verilen 04.10.2013 tarihli karar tarafların temyiz etmemesi üzerine 10.03.2014 tarihinde kesinleşip süresinde yetkili mahkemeye başvurulması üzerine yargılamaya devam olunduğu anlaşılmaktadır. O halde Bölge Adliye Mahkemelerinin göreve başlama tarihlerinden önce ilk derece mahkemesince niteliği ne olursa olsun nihai karar verilmiş olduğundan ve verilen yetkisizlik kararı temyiz edilmeyerek kesinleşmiş olsa bile o dosyada kesinleşinceye kadar verilecek tüm kararlar doğrudan HUMK hükümlerine göre temyize tabi olduğundan, ilk derece mahkemesince davanın kabulüne dair verilen kararın incelenmesinin Yargıtay’da ve 6100 sayılı HMK geçici 3/2. maddesine göre 1086 sayılı HUMK’nın 26.09.2004 tarih ve 5236 sayılı Kanun’la yapılan değişiklikten önceki 427 ve devamı maddeleri uyarınca yapılması gerektiğinden; Dairemizin temyiz incelemesi yapmakla görevli ve yetkili olduğu kabul edilmiş, mahkemenin kararına karşı istinaf başvurusu üzerine Bölge Adliye Mahkemesi’nin vermiş olduğu istinaf başvurusunun kabulüne ilişkin kararı yok hükmünde olup, sonuç doğurmayacağından Bölge Adliye Mahkemesi’nin 29.11.2018 gün 2018/1084 Esas ve 2018/1923 Karar sayılı kararının kaldırılarak; ilk derece mahkemesinin kararına karşı davalı …’nin verdiği istinaf dilekçesinin temyiz dilekçesi hükmünde olduğu kabul edilerek yapılan temyiz incelemesinde;
Davacı asıl davada; davalı-arsa sahibi … ile birleşen dava davalı yüklenici … arasında düzenleme şeklinde satış vaadi ve kat karşılığı inşaat sözleşmesi yapıldığını, inşa edilecek olan binanın 3 ve 4 numaralı bağımsız bölümlerinin arsa sahibine, diğer bağımsız bölümlerinin ise yükleniciye ait olacağını, anılan sözleşme ile müteahhidin payına düşen zemin kattaki bağımsız bölümü müteahhit ile arasındaki … 18. Noterliği’nin 03/07/2001-22961 numaralı düzenleme şeklinde taşınmaz satış vaadi sözleşmesi ile satın aldığını, dairenin kaba inşaat halinde kendisine teslim edildiğini, daireyi harcama yaparak oturulabilir hale getirdiğini ve uzun süredir de konutta ikamet ettiğini, müteahhidin tüm edimlerini yerine getirmesine ve inşaatı tamamlayarak arsa sahibine teslim etmesine rağmen, davalı arsa sahibinin uhdesinde bulunan 2 daireye karşılık olan 78/312 paydan, satın aldığı daireye ait olan 39/312 arsa payının kendisine devrini yapmadığını, işbu 39/312 hissenin kendi adına tescili talep ve dava etmiştir.
Davalı arsa sahibi; satış vaadi sözleşmesinin tarafının yüklenici … olduğu, bu nedenle davanın husumet yönünden yanlış açıldığını, …’in binanın 2 katını kaçak ve iskan alınması mümkün olmayacak şekilde yasa dışı inşaat ettiğini, davanın husumet ve mahkemece resen dikkate alınacak başkaca nedenler yönünden reddini talep etmiştir.
Mahkemece; hakkaniyet gereğince davacının yıkım kararı olan binada diğer daire sahipleri gibi tapuda arsa payı sahibi olması gerektiği yönünde vicdani kanaat oluştuğundan bahisle dava konusu … sayılı parselde kayıtlı bulunan arsa vasıflı taşınmazda davalı … adına kayıtlı bulunan 39/312 payın tapusunun iptali ile davacı … adına tapuya kayıt ve tesciline, davacının tapu iptâl ve tescil talebi kabul edildiğinden, terditli talebi hususunda karar verilmesine yer olmadığına şeklinde hüküm kurulmuş olup verilen karar davalı arsa sahibi … vekilince temyiz edilmiştir.
Dairemiz ve Yargıtay Yüksek 14. Hukuk Dairesi’nin yerleşik içtihat ve uygulamalarına göre 3194 sayılı kanunun 21., 26. ve 32. madde hükümleri gereğince ruhsat ve eki projelere aykırı olarak meydana getirilen yapı, uygulamadaki deyimiyle kaçak inşaat olup bu tür yapıların yıkımı ve ilgilileri hakkında aynı yasanın 42. maddesine göre cezai yaptırım uygulanması gerekmektedir. Bu tür yapıların ekonomik değerleri bulunmadığından kaçak yapılan bağımsız bölümü satın alanın tescil talebinin dinlenmesi mümkün değildir.
Bu durumda, mahkemece proje ve ruhsata aykırı ve kaçak olduğu belirtilen inşaattaki aykırılıkların proje tadilatı da yapmak suretiyle giderilip giderilmeyeceği ve ne şekilde giderileceği konusunda bilirkişi kurulundan ek rapor alınıp ilgili belediyeden de sorulduktan sonra yasal hale getirilmesi mümkün ise bu konuda davacıya yeterli süre ve yetki verilip yasal hale getirilmesi halinde tapu iptal ve tescile karar verilmesi ve bu halde davalı arsa sahibi davaya karşı çıkmakta haklı olacağından harç, vekâlet ücreti, yargılama giderinden sorumlu tutulmaması, yasal hale getirilmesinin mümkün olmaması durumunda davacının tapu iptâl ve tescil talebinin reddi ile bedel konusundaki talebinin değerlendirilerek sonucuna göre karar verilmesi gerekirken eksik inceleme ve değerlendirme ile yazılı şekilde karar verilmesi doğru olmamış, bozulması uygun bulunmuştur.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle asıl dosya davalısı arsa sahibi …’nin temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün yararına BOZULMASINA, Yargıtay duruşmasında vekille temsil edilmediğinden asıl dosya davalısı … yararına vekâlet ücreti takdirine yer olmadığına, ödenenden 5766 sayılı Kanun’un 11. maddesi ile yapılan değişiklik gereğince Harçlar Kanunu 42/2-d maddesi uyarınca alınması gereken 176,60 TL Yargıtay başvurma harcının mahsup edilerek, varsa fazla alınan temyiz harcının temyiz eden davalıya iadesine, karara karşı tebliğ tarihinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme isteminde bulunulabileceğine 09.11.2020 gününde oybirliğiyle karar verildi.

Eşinin İsteğinin Aksine Sürekli Yağlı ve Baharatlı Yemek Yapmak Boşanma Sebebidir.

Yargıtay 2. Hukuk Dairesi         2015/12448 E.  ,  2016/2837 K.

Taraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi sonunda mahalli mahkemece verilen, yukarıda tarihi ve numarası gösterilen hüküm, davacı-davalı erkek tarafından, kadının kabul edilen boşanma davası, kusur belirlemesi, tazminatlar ve nafakalar yönünden temyiz edilmekle, evrak okunup gereği görüşülüp düşünüldü:
1-Mahkemece; davacı-davalı erkek ağır kusurlu kabul edilmek suretiyle dava ve birleşen boşanma davalarının kabulüne karar verilmiştir. Toplanan delillerden; mahkemenin de belirlemiş olduğu kusurlara göre kadının kayınvalidesinin boyunun kısalığını kastederek alaycı ve gülerek konuşmalar yaptığı, eşinin isteğinin aksine yemekleri sürekli yağlı ve baharatlı yaptığı, erkeğin babasının eşine hakaret ettiği ve davacı-davalı erkeğin ailesinin yanına giden eşine “gel eşyalarını topla” diyerek mesaj attığı ve anahtarları istediği anlaşılmaktadır. Gerçekleşen bu durum karşısında boşanmaya sebep olan olaylarda tarafların eşit kusurlu olduğunun kabulü gerekir. Evlilik birliğinin devamında davalı-davacı kadın eş bakımından korunmaya değer bir yarar kalmadığı görülmekle, tarafların boşanmalarına karar verilmiş olması, bu sebeple sonucu itibarıyla doğru bulunduğundan, boşanma hükmünün kusura ilişkin gerekçesinin değiştirilmek suretiyle onanmasına (HUMK m. 438/Son) karar vermek gerekmiş aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan sair temyiz itirazları da yerinde görülmemiştir.
2-Yukarıdaki bentte açıklanan sebeple boşanmada taraflar eşit kusurlu olduğuna göre davalı-davacı kadın lehine maddi (TMK m. 174/1) ve manevi (TMK m. 174/2) tazminat takdiri doğru olmayıp, bozmayı gerektirmiştir.
SONUÇ:Temyiz edilen hükmün yukarıda 2. bentte gösterilen sebeple BOZULMASINA, bozma kapsamı dışında kalan temyize konu bölümlerinin ise yukarıda 1. bentte gösterilen sebeple kadının davasının kabulüne ilişkin hükmün kusura ilişkin gerekçesi değiştirilmek suretiyle ONANMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, işbu kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere oybirliğiyle karar verildi. 17.02.2016 (Çrş)

Market Çalışanı – Bölge Sorumlusu – Satış Temsilcisi – Fazla Mesai – Mağaza Müdürü Hakkında Emsal Karar

Yargıtay 9. Hukuk Dairesi         2017/16312 E.  ,  2020/5609 K.

Taraflar arasında görülen dava sonucunda verilen kararın, temyizen incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmekle, temyiz taleplerinin süresinde olduğu anlaşıldı. Dava dosyası için Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor dinlendikten sonra dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:

YARGITAY KARARI
A) Davacı İsteminin Özeti:
Davacı vekili, davacının davalı şirketlerin bir çok mağazasında market elemanı olarak işe başladığını, 01/10/2005 tarihinde … Ticaret A.Ş. Tarafından …’de işletilen marketlere, mağaza sorumlusu sıfatıyla atandığını, bu sıfatla da 01/10/2009 tarihine kadar çalıştığını, mağaza sorumlusu olarak çalıştığı bu süre içerisinde, 08:00 – 21:00 saatler arasında çalıştığını, 01/10/2009 tarihinde bölge sorumlusu olarak atandığını, envanter sayımlarına katıldığını, 08:00 – 03:00 saatleri arasında çalıştığını, senede en az 2 defa böyle çalıştığını, bölge sorumlusu olarak çalıştığı süre içerisinde en az 13 adet yeni mazağa açılışlarında bu şekilde çalıştığını, şirketin 2013 yılı Ağustos ayı içerisinde ” … mağazasının giriş katı camının kırılması üzerine; şirketin prosedür ve talimatları ve görevi gereği şirketin anlaşmalı teknik servisine yaptırıldığını, bunun adana şube müdürüne bildirildiğini, bölge müdürü tarafından yukarıdan savunma alınması talimatı verildiğini, bu işlemin yazılı savunma vermediğini, ayrımcılık yapıldığını, fazla çalışmalarının ödenmediğini iddia ederek 500,00 TL eşit işlem borcuna aykırılık ve 1,000 TL fazla çalışma ücretinin davalıdan tahsilini talep etmiştir.
B) Davalı Cevabının Özeti:
Davalı vekili, davacının satış bölümünde bölge sorumlusu sıfatıyla görev yapmakta iken çalışma şartlarında yapılan değişikliği kabul etmeyerek, 08/04/204 tarihinde istifasını sunduğunu, ekibini idarede zafiyet göstermesi ve standardın altında verimi sebebiyle istifasının şirket tarafından kabul edildiğini, kıdem ve ihbar tazminatı, yıllık ücretli izin alacağı, bayram günleri çalışma ücreti olarak 75,429,29 TL tediye verildiğini, bu baskılara dayanamayarak istifa etmek zorunda kaldığını, kendisine matbu ve önceden hazırlanmış fesih yazısı imzalatıldığının gerçek dışı olduğunu savunarak davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.
C) Yerel Mahkeme Kararının Özeti ve Yargılama Süreci:
Mahkemece, davacının, 14/06/1999 – 31/03/2003 döneminde … Türk A.Ş. 01/04/2003 – 31/07/2006 … Türk A.Ş.’nin başka bir işveren siciliyle, 01/08/2006 – 28/02/2010 döneminde … Market A.Ş.’de, 01/03/2010 – 30/04/2011, 01/05/2011 – 31/07/2011, 01/08/2011 – 31/08/2012, 01/09/2012 ve 08/04/2012 döneminde de yine … Market A.Ş.’de aralarında organik ilişki bulunan işverenlerin çisi olarak çalıştığı, davacıya ayrımcılık yapıldığına ilişkin dava açılmışsa da işverenin hakkın kötüye kullandığını gösterecek şekilde davacıya ayrımcılık yapıldığının belirlenemediği, bu konudaki davanın ispatlanamadığı ancak davacının fazla mesai yaptığı anlaşıldığından davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
D) Temyiz:
Kararı davalı vekili temyiz etmiştir.
E) Gerekçe:
1-Dosyadaki yazılara, toplanan delillerle kararın dayandığı kanuni gerektirici sebeplere göre, davalı vekilinin aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yerinde değildir.
2-Fazla çalışma yaptığını iddia eden çi bu iddiasını ispatla yükümlüdür. Ücret bordrolarına ilişkin kurallar burada da geçerlidir. İşçinin imzasını taşıyan bordro sahteliği ispat edilinceye kadar kesin delil niteliğindedir. Bir başka anlatımla bordronun sahteliği ileri sürülüp kanıtlanmadıkça, imzalı bordroda görünen fazla çalışma alacağının ödendiği varsayılır.
Fazla çalışmanın ispatı konusunda işyeri kayıtları, özellikle işyerine giriş çıkışı gösteren belgeler, işyeri iç yazışmaları delil niteliğindedir. Ancak, fazla çalışmanın yazılı belgelerle kanıtlanamaması durumunda tarafların, tanık beyanları ile sonuca gidilmesi gerekir. Bunun dışında herkesçe bilinen genel bazı vakıalar da bu noktada göz önüne alınabilir. İşçinin fiilen yaptığı işin niteliği ve yoğunluğuna göre de fazla çalışma olup olmadığı araştırılmalıdır.
İmzalı ücret bordrolarında fazla çalışma ücreti ödendiği anlaşılıyorsa, çi tarafından gerçekte daha fazla çalışma yaptığının ileri sürülmesi mümkün değildir. Ancak, çinin fazla çalışma alacağının daha fazla olduğu yönündeki ihtirazi kaydının bulunması halinde, bordroda görünenden daha fazla çalışmanın ispatı her türlü delille yapılabilir. Bordroların imzalı ve ihtirazi kayıtsız olması durumunda, çinin bordroda belirtilenden daha fazla çalışmayı yazılı belge ile kanıtlaması gerekir.
İşçinin imzasını içermeyen bordrolarda fazla çalışma tahakkuku yer aldığında ve tahakkukta yer alan miktarların karşılığı banka hesabına ödendiğinde, tahakkuku aşan fazla çalışmalar her türlü delille ispatlanabilir. Tahakkuku aşan fazla çalışma hesaplandığında, bordrolarda yer alan fazla çalışma ödeme tutarları mahsup edilmelidir.
İşyerinde üst düzey yönetici konumda çalışan çi, görev ve sorumluluklarının gerektirdiği ücretinin ödenmesi durumunda, ayrıca fazla çalışma ücretine hak kazanamaz. Bununla birlikte üst düzey yönetici konumunda olan çiye aynı yerde görev ve talimat veren bir başka yönetici ya da şirket ortağı bulunması halinde, çinin çalışma gün ve saatlerini kendisinin belirlediğinden söz edilemeyeceğinden, yasal sınırlamaları aşan çalışmalar için fazla çalışma ücreti talep hakkı doğar. O halde üst düzey yönetici bakımından şirketin yöneticisi veya yönetim kurulu üyesi tarafından fazla çalışma yapması yönünde bir talimatın verilip verilmediğinin de araştırılması gerekir. İşyerinde yüksek ücret alarak görev yapan üst düzey yöneticiye işveren tarafından fazla çalışma yapması yönünde açık bir talimat verilmemişse, görevinin gereği gibi yerine getirilmesi noktasında kendisinin belirlediği çalışma saatleri sebebiyle fazla çalışma ücreti talep edemeyeceği kabul edilmelidir.
Satış temsilcilerinin fazla çalışma yapıp yapmadıkları hususu, günlük faaliyet planları ile  çizelgeleri de dikkate alınarak belirlenmelidir. Satış temsilcileri genelde belli hedeflerin gerçekleşmesine bağlı olarak prim karşılığı çalışmaktadırlar. Prim, çalışanı özendirici ve ödüllendirici bir ücret ödemesi olup işverence çiye garanti edilmiş bir temel ücretin üzerine belirli bir usule bağlı olarak ödenen ek bir ücrettir. İşverenin istek ve değerlendirmesine bağlı olabileceği gibi, sözleşme gereği olarak da verilebilir. Fazla mesai ise kural olarak 4857 sayılı İş Kanunu’na göre, kanunda yazılı şartlar çerçevesinde, haftalık 45 saati aşan çalışmalardır. İşçi fazla mesai yapsın yapmasın prim ödemesi var ise bu ek ücrete hak kazanır. Ancak ister gezerek, isterse işyerinde çalışsın satış temsilcisi mesaisi artıkça prim alacağı artacağından, bir anlamda yüzde usulü ile çalışması söz konusu olduğundan fazla çalışma ücretinin yüzde usulünde olduğu gibi sadece zamlı kısmının (% 50) hesaplanması gerekir.
İş sözleşmelerinde fazla çalışma ücretinin aylık ücrete dahil olduğu yönünde kurallara sınırlı olarak değer verilmelidir. Dairemiz, 270 saatle sınırlı olarak söz konusu hükümlerin geçerli olduğunu kabul etmektedir. Buna göre aylık 22,5 saat haftalık 5,2 saat fazla çalışma ücretinin temel ücret içinde ödendiği sonucuna varılmaktadır. Sözleşmedeki kuralın geçerli olabilmesi için kararlaştırılan ücretin, asgari ücrete ilave olarak aylık 22,5 saat fazla çalışmanın zamlı kısmını aşacak şekilde belirlenmesi gerekir.
Günlük çalışma süresinin onbir saati aşamayacağı Kanunda emredici şekilde düzenlendiğine göre, bu süreyi aşan çalışmaların denkleştirmeye tabi tutulamayacağı, zamlı ücret ödemesi veya serbest zaman kullanımının söz konusu olacağı kabul edilmelidir.
Yine çilerin gece çalışmaları günde yedi buçuk saati geçemez (İş Kanunu, Md. 69/3). Bu durum günlük çalışmanın, dolayısıyla fazla çalışmanın sınırını oluşturur. Gece çalışmaları yönünden, haftalık kırkbeş saat olan yasal çalışma sınırı aşılmamış olsa da günde yedibuçuk saati aşan çalışmalar için fazla çalışma ücreti ödenmelidir. Dairemizin kararları da bu yöndedir (Yargıtay 9.HD. 23.06.2009 gün 2007/40862 E, 2009/17766 K).
Sağlık Kuralları Bakımından Günde Ancak Yedibuçuk Saat veya Daha Az Çalışılması Gereken İşler Hakkında Yönetmeliğin 4 üncü maddesine göre, günde yedibuçuk saat çalışılması gereken işlerde çalışan çinin, yedibuçuk saati aşan çalışma süreleri ile yedibuçuk saatten az çalışılması gereken işler bakımından Yönetmeliğin 5 inci maddesinde sözü edilen günlük çalışma sürelerini aşan çalışmalar, doğrudan fazla çalışma niteliğindedir. Sözü edilen çalışmalarda haftalık kırkbeş saat olan yasal sürenin aşılmamış olmasının önemi yoktur.
Fazla çalışma yönünden diğer bir yasal sınırlama da, İş Kanununun 41 inci maddesindeki, fazla çalışma süresinin toplamının bir yılda ikiyüzyetmiş saatten fazla olamayacağı şeklindeki hükümdür. Ancak bu sınırlamaya rağmen çinin daha fazla çalıştırılması halinde, bu çalışmalarının karşılığı olan fazla mesai ücretinin de ödenmesi gerektiği açıktır. Yasadaki sınırlama esasen çiyi korumaya yöneliktir (Yargıtay 9.HD. 18.11.2008 gün 2007/32717 E, 2008/31210 K.).
Fazla çalışmanın belirlenmesinde, 4857 sayılı Yasanın 68 inci maddesi uyarınca ara dinlenme sürelerinin de dikkate alınması gerekir.
Fazla çalışmaların uzun bir süre için hesaplanması ve miktarın yüksek çıkması halinde Yargıtay’ca son yıllarda taktiri indirim yapılması gerektiği istikrarlı uygulama halini almıştır (Yargıtay 9.HD. 11.02.2010 gün 2008/17722 E, 2010/3192 K; Yargıtay, 9.HD. 18.07.2008 gün 2007/25857 E, 2008/20636 K.). Ancak fazla çalışmanın tanık anlatımları yerine yazılı belgelere ve işveren kayıtlarına dayanması durumunda böyle bir indirime gidilmemektedir. Yapılacak indirim, çinin çalışma şekline ve işin düzenlenmesine ve hesaplanan fazla çalışma miktarına göre taktir edilmelidir. Hakkın özünü ortadan kaldıracak oranda bir indirime gidilmemelidir(Yargıtay 9.HD. 21.03.2012 gün, 2009/48913 E, 2012/9400 K .).

Fazla çalışmaların yazılı delil yerine tanık beyanlarına dayalı olarak hesaplanması halinde, çinin normal mesaisinin üzerine sürekli olarak aynı şekilde fazla çalışması mümkün olmadığından, hastalık mazeret izin gibi nedenlerle belirtildiği şekilde çalışamadığı günlerin olması kaçınılmaz olup, bu durumda karineye dayalı makul indirim yapılmalıdır(Yargıtay HGK, 06.12.2017 tarih 2015/9-2698 E.-2017/1557 K.).


Fazla çalışmanın tanık anlatımları yerine doğrudan yazılı belgelere ve işveren kayıtlarına dayanması durumunda böyle bir indirime gidilmemektedir.

Fazla çalışma ücretinden karineye dayalı makul indirime gidilmesi sebebiyle reddine karar verilen miktar bakımından, kendisini vekille temsil ettiren davalı yararına avukatlık ücretine hükmedilemez.
Somut uyuşmazlıkta; davacı 01/10/2005 tarihinde … Ticaret A.Ş. tarafından …’de işletilen marketlere mağaza sorumlusu sıfatıyla atandığını, bu sıfatla da 01/10/2009 tarihine kadar çalıştığını, mağaza sorumlusu olarak çalıştığı bu süre içerisinde 08:00 – 21:00 saatler arasında çalıştığını, 01/10/2009 tarihinde bölge sorumlusu olarak atandığını, bu dönemde 08.00-19.00 arasında çalıştığını, envanter sayımlarına katıldığını, sayımlarda 08:00 – 03:00 saatleri arasında çalıştığını, senede en az 2 defa böyle çalıştığını, envanter sayımının ertesi günü ise 12.00-19.00 saatleri arası çalıştığını, bölge sorumlusu olarak çalıştığı süre içerisinde en az 13 adet yeni mazağa açılışında bu şekilde çalıştığını, 01.08.2011 18-2.2013 arasında ise 08.00-18.00 arasında çalıştığını, envanter sayımlarına katıldığını, sayımlarda 08:00 – 03:00 saatleri arasında çalıştığını, senede en az 2 defa böyle çalıştığını, envanter sayımının ertesi günü ise 12.00-19.00 saatleri arası çalıştığını iddia etmiş, davalı ise davacının üst düzey yönetici olduğundan fazla mesai talebinde bulunamayacağını savunmuştur.
Hükme esas alınan bilirkişi raporunda ise davacının 01.10.2009 tarihine kadar haftada 6 gün 08.00-21.00 saatleri arasında 13 saat çalışıp 2 saat ara dinlenmesiyle günde 11 saat çalışarak haftada 21 saat fazla mesai yaptığı, 01.10.2009-31.07.2011 tarihleri arasında ise haftada 6 gün 08.00-19.00 saatleri arasında 1 saat ara dinlenmesiyle günde 10 saat çalışarak haftada 15 saat fazla mesai yaptığı, envanter sayımında ayda ortalama 1 kez 08.00-03.00 saatleri arasında 19 saat çalıştığı 1 saat ara dinlenmesi ve günlük 11 saat çalışması düşüldüğünde 7 saat fazla mesai yaptığı, 7 saatlik fazla mesai ayın haftalarına yayıldığında ise haftada 1.75 saat olmak üzere toplam 16.75 saat fazla mesai yaptığı, 01.08.2011-08.04.2014 tarihleri arasında ise haftada 6 gün 08.00- 18.00 saatleri arasında 1 saat ara dinlenmesiyle günde 9 saat çalıştığı ve haftada 9 saat fazla mesai yaptığı, envanter sayımında ayda ortalama 1 kez 08.00-03.00 saatleri arasında 19 saat çalıştığı, 1 saat ara dinlenmesi ve günlük 10 saat çalışması düşüldüğünde 8 saat fazla mesai yaptığı, ayın haftalarına yayıldığında ise haftada 2 saat olmak üzere toplam 11 saat fazla mesai yaptığı kabul edilerek hesaplama yapılmıştır.
Davacı fazla mesai alacağı yönünden açıklama yaparken envanter sayımına katıldığı günün ertesi günü 08.00’da başlaması gereken mesaiye 12.00’da başladığını bildirdiğine göre envanter sayımının olduğu günün ertesi günkü mesaisi 4 saat eksiktir. Bilirkişi tarafından fazla mesai hesabı yapılırken bu husus gözden kaçırılmıştır. Bu da dikkate alındığında ayda bir yapıldığı anlaşılan envanter sayımı nedeniyle ilave fazla mesai 8 saat değil, 4 saat kabul edilmelidir. Buna göre davacının fazla mesaisi hesaplanırken 01.10.2009-31.07.2011 arası için haftada 16 saat, 01.08.2011-08.04.2014 arası için ise haftada 10 saat fazla mesai yaptığının kabulü gerekirken bilirkişi raporunda yazılı şekilde hatalı yapılan hesaplamaya itibarla karar verilmesi bozmayı gerektirmiştir.
F) Sonuç:
Temyiz olunan kararın, yukarıda yazılı nedenden dolayı BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgiliye iadesine,15.06.2020 gününde oybirliği ile karar verildi.

İşverenin işlemine uygun davranışlarda bulunduktan sonra İş Kanunu’nun 22. maddesinde öngörülen şekil eksikliğini ileri sürmesi, dürüstlük kuralına aykırıdır

Yargıtay 9. Hukuk Dairesi         2016/31338 E.  ,  2020/15284 K.

MAHKEMESİ :İş Mahkemesi

Taraflar arasında görülen dava sonucunda verilen kararın, temyizen incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmekle, temyiz talebinin süresinde olduğu anlaşıldı. Dava dosyası için Tetkik Hakimi … tarafından düzenlenen rapor dinlendikten sonra dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:

Y A R G I T A Y K A R A R I

Davacı İsteminin Özeti:
Davacı vekili dava dilekçesiyle özetle; davacı, tarafın davalı işverene ait işyerinde 14.09.2000-14.03.2015 tarihleri arasındaki dönemde çalıştığını, satış ve pazarlama bölümünde plasiyer olarak görev yaptığını, haklı neden olmadan işten çıkartıldığını iddia ederek kıdem tazminatı, ihbar tazminatı, fazla çalışma ücreti, yıllık izin ücreti, asgari geçim indirimi ücreti, resmi tatil ve genel tatil günleri ücreti ve prim alacaklarının davalı işverenden tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı Cevabının Özeti:
Davalı vekili cevap dilekçesiyle özetle; davacı işçinin kıdem ve ihbar tazminatı dışındaki taleplerinin reddedilmesi gerektiğini, davacı işçinin net kıdem tazminatının 25.091,90 TL, ihbar tazminatının ise net 2.830,50 TL olarak hesaplandığını, işyerinde bayram tatillerinde çalışılmadığını, kıdem ve ihbar tazminatı dışındaki alacak talepleri yönünden zamanaşımı def’inde bulunduklarını, asgari geçim indirimi alacaklarının ödendiğini, yıllık ücretli izinlerinin kullandırıldığını, prim ödemelerinin önceki yıllarda dış sahada çalışan işçilere verildiğini, daha sonra bu ödemenin aylık ücretlere yansıtılarak tamamen ortadan kaldırıldığını savunarak kıdem ve ihbar tazminatı dışındaki talepler yönünden davanın reddini talep etmiştir.
Mahkeme Kararının Özeti:
Mahkemece yapılan yargılama sonucunda davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
Temyiz
Karar, davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Gerekçe:
1) Dosyadaki yazılara, toplanan delillerle kararın dayandığı kanuni gerektirici sebeplere göre, davalının aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yerinde değildir.
2) Tarafları arasında davacının prim alacağına hak kazanıp hazanmadığı ve tazminatlara esas ücretin hesabında prim miktarının göz önünde bulundurulup bulundurulamayacağı hususları ihtilaflıdır.
Dosya kapsamına göre, davacının sahada çalışan bir işçi iken, işveren tarafından sahadan merkeze çekildiği ve davacının fesihten önce yaklaşık 1,5 yıl kadar merkezde çalıştığı anlaşılmaktadır. Tanık beyanlarına ve dosya içeriğine göre işveren tarafından sahada çalışan işçilere prim ödendiği anlaşılmakla, davacı da sahada çalıştığında prim aldığını, merkeze çekildiğinde ise prim alacaklarının ödenmediğini ileri sürmüştür.
Davacının sahada çalışmadan, merkezde çalışmaya alınması, çalışma koşullarında esaslı değişiklik mahiyetinde ise de davacının ihtirazi kayıtsız, merkezde yaklaşık 1,5 sene çalışması, işverenin işlemine uygun davranışlarda bulunduktan sonra İş Kanunu’nun 22. maddesinde öngörülen şekil eksikliğini ileri sürmesi, dürüstlük kuralına uygun düşmemektedir. Diğer yandan İş Kanunu’nun 32. maddesine göre ücret çalışma karşılığı olup, davacı yapmadığı işin karşılığına hak kazanamaz. Hal böyle olunca davacının prim alacağı talebinin reddi gerekir.
Aynı gerekçe ile ihbar ve kıdem tazminatlarının hesabına esas ücretin belirlenmesinde prim miktarı, göz önünde bulundurulmamalıdır.
Mahkemece yukarıda açıklanan maddi ve hukuki olgular göz önünde bulundurulmadan karar verilmesi hatalı olup bozmay gerektirmiştir.
SONUÇ:
Temyiz olunan hükmün yukarıda açıklanan sebepten BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgiliye iadesine, 09.11.2020 gününde oybirliğiyle karar verildi.

Belirsiz Alacak Davası – İçtihat Değişikliğinin Sürpriz Karar Yasağı Çerçevesinde Değerlendirilmesi

Yargıtay 9. Hukuk Dairesi         2017/18758 E.  ,  2020/15909 K.

Taraflar arasında görülen dava sonucunda verilen kararın, temyizen incelenmesi davalılardan Toroslar Elektrik Dağıtım A.Ş. vekili tarafından istenilmekle, temyiz talebinin süresinde olduğu anlaşıldı. Dava dosyası için Tetkik Hakimi … tarafından düzenlenen rapor dinlendikten sonra dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:

Y A R G I T A Y K A R A R I

01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı Kanunu’nun 107. maddesiyle, mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nda yer almayan yeni bir dava türü olarak belirsiz alacak ve tespit davası kabul edilmiştir.

6100 sayılı Kanunun 107. maddesinin 1. fıkrasına göre, “Davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin kendisinden beklenemeyeceği veya bunun imkânsız olduğu hâllerde, alacaklı, hukuki ilişkiyi ve asgari bir miktar ya da değeri belirtmek suretiyle belirsiz alacak davası açabilir”.

6100 sayılı Kanunun 107. maddenin 2. fıkrasında, karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olduğu anda davacının, iddianın genişletilmesi yasağına tâbi olmaksızın davanın başında belirtmiş olduğu talebini artırabileceği hüküm altına alınmış, madde gerekçesinde de “karşı tarafın verdiği bilgiler ve sunduğu delillerle ya da delillerin incelenmesi ve tahkikat işlemleri sonucu (örneğin bilirkişi ya da keşif incelemesi sonucu)” belirlenebilme hali açıklanmıştır.

Davanın belirsiz alacak davası şeklinde açılabilmesi için, davanın açıldığı tarih itibariyle uyuşmazlığa konu alacağın miktar veya değerinin tam ve kesin olarak davacı tarafça belirlenememesi gereklidir. Belirleyememe hali, davacının gerekli dikkat ve özeni göstermesine rağmen miktar veya değerin belirlenmesinin kendisinden gerçekten beklenilmemesi durumuna ya da objektif olarak imkânsızlığa dayanmalıdır. Davacının alacağının miktar veya değerini belirleyebilmesi için elinde bulunması gerekli bilgi ve belgelere sahip olmaması ve bu belgelere dava açma hazırlığı döneminde ulaşmasının da (gerçekten) mümkün olmaması ve dolayısıyla alacağın miktarının belirlenmesinin karşı tarafın elinde bulunan bilgi ve belgelerin sunulmasıyla mümkün hale geleceği durumlarda alacak belirsiz kabul edilmelidir. Alacağın miktarının belirlenebilmesinin hâkimin takdirine bağlı olduğu durumlarda hukuki imkânsızlık söz konusu olur. Bu durumda davacı alacaklı, hâkimin takdir yetkisini nasıl kullanacağını bilemeyeceği için davanın açıldığı tarihte alacağının miktarını belirleyebilecek durumda değildir.

Sırf taraflar arasında alacak miktarı bakımından uyuşmazlık bulunması, talep sonucunun belirlenmesinin davacıdan beklenemeyecek olması anlamına gelmez. Önemli olan objektif olarak talep sonucunun belirlenmesinin davacıdan beklenemeyecek olmasıdır.

Alacağın hangi hallerde belirsiz, hangi hallerde belirli veya belirlenebilir olduğu hususunda kesin bir sınıflandırma yapılması mümkün olmayıp, her bir davaya konu alacak bakımından somut olayın özelliklerinin nazara alınarak sonuca gidilmesi gereklidir. İş yargılamasında sıklıkla davaların yığılması söz konusu olmakla alacağın belirsiz olma kriterleri her bir talep için ayrı ayrı değerlendirilmelidir. Diğer yandan, aynı dava dilekçesinde talep yığılması şeklinde bazı alacaklar için belirsiz alacak davası bazıları için kısmi dava açılmasına yasal bir engel bulunmamaktadır.

Kıdem tazminatı, ihbar tazminatı, yıllık izin ücreti ve ücret alacakları işçi tarafından bilinmekle kural olarak belirsiz alacak davasına konu edilmez. Ancak hesabın unsurları olan sosyal hakların (ayni olarak sağlanan yemek yardımı gibi) miktarının belirlenmesi işveren tarafından sunulacak belgelere göre belirlenecek ise, kıdem ve ihbar tazminatı belirsiz alacak davasına konu edilebilir.

Madde gerekçesinde “Alacaklının bu tür bir dava açması için, dava açacağı miktar ya da değeri tam ve kesin olarak gerçekten belirlemesi mümkün olmamalı ya da bu objektif olarak imkânsız olmalıdır. Açılacak davanın miktarı biliniyor yahut tespit edilebiliyorsa, böyle bir dava açılamaz. Çünkü, her davada arandığı gibi, burada da hukukî yarar aranacaktır, böyle bir durumda hukukî yararın bulunduğundan söz edilemez. Özellikle, kısmî davaya ilişkin yeni hükümler de dikkate alınıp birlikte değerlendirildiğinde, baştan tespiti mümkün olan hâllerde bu yola başvurulması kabul edilemez.” şeklindeki açıklamayla, alacağın belirli veya belirlenebilir nitelikte olması durumunda, belirsiz alacak davası açılarak bu davanın sağladığı imkânlardan yararlanmanın mümkün olmadığına işaret edilmiştir. Şu halde davanın açıldığı tarihte alacağın miktarı yahut değeri belirlenebilir durumda ise, dava şartı yokluğundan davanın usulden reddine karar verilmelidir. Burada hukuki yarar eksikliğinin tamamlanabilir dava şartı olmadığı sonucuna varılmıştır. 7251 sayılı Kanun ile 107. maddede yapılan değişiklikler şartları olmadığı halde açılan belirsiz alacak davasında davacıya süre verilerek hukuki yarar eksikliğini tamamlama imkânı tanımamaktadır. Dairemizce sözü edilen düzenleme, şartları mevcut olan belirsiz alacak davasında yapılan yargılama ile alacağın belirli hale gelmesi durumunda hâkimin geçici talep sonucunu kesin talep sonucuna dönüştürmesi için alacaklıya süre vermesi gerektiği yönünde değerlendirilmiştir.

Hukuk devletinin asli unsurları arasında yer alan hukuki belirlilik veya güvenlik ilkesi, hukuki durumlarda belirli bir istikrarı temin etmekte ve kamunun mahkemelere güvenine katkıda bulunmaktadır. Birbiriyle uyuşmayan mahkeme kararlarının sürüp gitmesi, yargı sistemine güveni azaltarak, yargısal bir belirsizliğe yol açabilir (AİHM, …ve …/Türkiye, B. No: 13279/05, 20.10.2011, § 57).

Kişilerin hukuki güvenliğini sağlamayı amaçlayan hukuki güvenlik ilkesi, hukuk normlarının öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde Devlete güven duyabilmesini, Devletin de yasal düzenlemelerinde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar. Belirlilik ilkesi ise, yalnızca yasal belirliliği değil, daha geniş anlamda hukuki belirliliği ifade etmektedir. Yasal düzenlemeye dayanarak erişilebilir, bilinebilir ve öngörülebilir gibi niteliksel gereklilikleri karşılaması koşuluyla, mahkeme içtihatları ve yürütmenin düzenleyici işlemleri ile de hukuki belirlilik sağlanabilir. Hukuki belirlilik ilkesinde asıl olan, bir hukuk normunun uygulanmasıyla ortaya çıkacak sonuçların o hukuk düzeninde öngörülebilir olmasıdır (AYM, 23.12.2015, 15-118).

Farklı kararların aynı mahkemeden çıkmış olması tek başına, adil yargılanma hakkının ihlali anlamına gelmez Değişik yönlerde kararlar verilmesi ihtimali, Yargıtay ve Danıştay gibi çeşitli yüksek mahkemelerden oluşan yargı sistemimizin kaçınılmaz bir özelliği olarak kabul edilmelidir. Diğer yandan, bireylerin makul güvenlerinin korunması ve hukuki güvenlik ilkesi, içtihadın değişmezliği şeklinde bir hak bahşetmez. Mahkeme içtihatlarındaki değişme yargı organlarının takdir yetkisi kapsamında kalmakta olup, böyle bir değişiklik özü itibarıyla, önceki çözümün tatminkâr bulunmaması anlamına gelir. Ancak, aynı hususta daha önce çıkan kararlardan farklı bir hüküm kurulması halinde, mahkemelerce, bu farklılaşmaya ilişkin makul bir açıklama getirilmesi gerekmektedir. Yüksek mahkemelerin oynaması gereken rol tam da yargı kararlarında doğabilecek içtihat farklılıklarına bir çözüm getirmektir. Bununla birlikte, yeni kabul edilmiş bir yasanın yorumlanmasında olduğu gibi, bazı hallerde içtihadın müstakar hale gelmesinin belirli bir zamana ihtiyaç duyacağı açıktır (AYM, 06.01.2015, B.No: 2013/6932).

İçtihat değişikliğinin sürpriz karar yasağı çerçevesinde de değerlendirilmesi gerekir. Sürpriz karar, ilgilinin yargılamanın o ana kadarki seyrine göre, haklı olarak beklemediği, umulmadık bir kararla karşılaşmasıdır. Sürpriz karar yasağı ise, yargılamanın adil ve hakkaniyete uygun şekilde yürütülmesi durumunda tarafların öngöremedikleri bir kararla karşılaşmamalarını ifade eder. Sürpriz karar yasağı, hukukun gelişimine ve yeni şartlara uyarlanmasına engel olacak mutlak bir yasak olarak anlaşılmamalıdır. Şüphesiz mahkemeler yeni içtihatlar geliştirebilirler, önceki içtihatlardan farklı bir karar verilebilir, hatta yeni ve özelikle somut olayda ortaya çıkan hukuki durum bunu gerekli kılabilir. Ayrıca belirtmek gerekir ki, Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 33. maddesi gereğince hâkimin hukuku kendiliğinden uygulaması söz konusu olduğunda sürpriz karar yasağının ihlalinden söz edilemez. Bununla birlikte mevcut içtihatlar dışında yeni bir görüş benimsenecekse, öncelikle tarafların bu konuda bilgilendirmesi gerekir (…, …, Medeni Usul Hukukunda Hukuki Dinlenilme Hakkı, Ankara 2003, s. 185 vd.).

Yargıtay Birinci Başkanlık Kurulu’nun 07.07.2020 tarih ve 173 sayılı kararı ile aynı uyuşmazlıkların temyiz incelemesini yapmakla görevli 22.Hukuk Dairesinin kapatılması ve tüm işlerinin dairemize devredilmesi üzerine, belirsiz alacak davası ile ilgili yeniden yapılan değerlendirmeler sonucunda yukarıda belirtilen ilkeler kabul edilmiştir. Dairemizin daha önce belirsiz alacak davasına ilişkin uygulaması benimsenen yeni ilkelerden farklılık arz etmekteydi. Örneğin, hukuki yararın tamamlanabilir dava şartı olduğu; hukuki yarara ilişkin dava şartının eksik olması halinde davanın hemen reddedilmemesi; davacıya süre verilerek dava şartının tamamlattırılması gerektiği yönünde uygulama yapılmaktaydı. Dairemizin belirsiz alacak davası ile ilgili yukarıda belirtilen yeni ilkelerinin hemen uygulamaya konulması, dairenin önceki görüşüne güvenerek dava açanlar yönünden hukuki güvenlik, hukuki belirlilik, hukuki öngörülebilirlik ve sürpriz karar yasağı ilkelerinin ihlaline yol açacaktır. Bu sebeple, benimsenen yeni görüşün Yargıtay Kararları Dergisi ya da başkaca yollarla duyurulmasından itibaren makul bir süre sonra uygulamaya konulması, dairenin görüşüne güvenilerek açılan davalarda ise, önceki uygulamaya devam edilmesi uygun görülmüştür.

Somut uyuşmazlıkta, davacı tarafça belirsiz alacak davası açılmıştır. Ancak yukarıda açıklandığı üzere Dairemiz tarafından daha önce verilen kararlarda hukuki yarar yokluğu sebebiyle dava şartı yokluğuna bağlı davanın reddi kararları verilmediğinden dairenin önceki görüşüne güvenilerek belirsiz alacak davası şeklinde açılan bu davada belirtilen husus bozma nedeni yapılmamıştır.

Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuni gerektirici sebeplere ve özellikle delillerin takdirinde bir isabetsizlik görülmemesine göre, yerinde bulunmayan bütün temyiz itirazlarının reddi ile usul ve kanuna uygun olan hükmün ONANMASINA, aşağıda yazılı temyiz giderinin temyiz edene yükletilmesine, 12/11/2020 gününde oybirliği ile karar verildi.

“Senin Allah belanı versin.” diyerek beddua eden kadın, eşine fiziksel şiddet uygulayan ve küfür eden erkeğe göre ağır kusurludur.

Yargıtay 2. Hukuk Dairesi         2019/5082 E.  ,  2019/12571 K.

Taraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi sonunda bölge adliye mahkemesi hukuk dairesince verilen, yukarıda tarihi ve numarası gösterilen hüküm davalı-davacı erkek tarafından kadının kabul edilen davası, kusur belirlemesi, reddedilen iştirak nafakası, yoksulluk nafakası, reddedilen manevi tazminat talebi ve kendisi için nafakaya hükmedilmemesi yönünden temyiz edilmekle, evrak okunup gereği görüşülüp düşünüldü:
1- İlk derece mahkemesinin ilk verdiği hükme karşı, davalı-davacı erkek tarafından reddedilen manevi tazminat yönünden istinaf kanun yoluna başvurulmadığından, erkeğin reddedilen manevi tazminata yönelik temyiz dilekçesinin reddi gerekmiştir.
2-Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuna uygun sebeplere ve özellikle delillerin takdirinde bir yanlışlık görülmemesine göre davalı-davacı erkeğin aşağıdaki bentlerin kapsamı dışındaki temyiz itirazları yersizdir.
3- İlk derece mahkemesince, kadının boşanma davası ile erkeğin birleşen boşanma davasının kabulü ile karşılıklı tazminat taleplerinin reddine ve kadın yararına yoksulluk nafakasına hükmedilmiş; ortak çocukların velayetleri davalı-davacı erkeğe verilerek erkeğin iştirak nafakası talebi reddedilmiştir. Hükme karşı, erkek tarafından kadının kabul edilen davası, kusur belirlemesi, yoksulluk nafakası ve reddedilen iştirak nafakası yönünden istinaf kanun yoluna başvurulmuş ve bölge adliye mahkemesi başvurunun esastan reddine karar vermiştir.
Bölge adliye mahkemesi kararında eşine şiddet uygulayan, eşini ortak çocuğa dövdüren ve “Senin Allah’ını kitabını sinkaf ederim.” diyerek küfür eden erkek ile güven sarsıcı davranışları olan, erkek arkadaşı ortak haneye geldiğinde evden ayrılmayan ortak çocuklara şiddet uygulayan ve eşinin küfürüne karşılık “Senin Allah belanı versin.” diyen kadının eşit kusurlu olduklarına hükmedilmiştir. Davacı-davalı kadının dava dilekçesinde “Eşinin ortak çocuğa kendisini dövdürdüğü” vakıasına dayanılmamıştır; kaldı ki bu konudaki tanık ifadesi duyuma dayalıdır. Bölge adliye mahkemesi kararında kadının erkek arkadaşı olduğu, erkek arkadaşı ile şehirde yalnız dolaştığı ve yalnız olarak patates tarlasına gittiği ve bu suretle güven sarsıcı davranışlarının olduğu belirtilmişse de ortak çocuklar, mahkemedeki ve adli soruşturmadaki ifadelerinde kadının erkek arkadaşını, eşi olmadığı zamanlarda, ortak haneye aldığını, çocukları evden uzaklaştırmaya çalıştığını ve evden ayrılmak istemeyen çocuklara şiddet uyguladığını ifade etmişlerdir. Eşi evde olmadığı zamanlarda erkek arkadaşını ortak haneye alan ve bu suretle sadakatsiz davranan kadının kusurunun güven sarsıcı davranış olduğuna hükmedilmesi yerinde olmamıştır. Bu itibarla boşanmaya neden olan olaylarda erkek arkadaşını ortak konuta alarak sadakatsiz davranan, erkek arkadaşı eve geldiğinde evden ayrılmak istemeyen çocuklara şiddet uygulayan ve eşine “Senin Allah belanı versin.” diyerek beddua eden kadın, eşine 24/02/2017 tarihinde fiziksel şiddet uygulayan ve küfür eden erkeğe göre ağır kusurludur. Hal böyleyken tarafların eşit kusurlu kabul edilmesi yerinde görülmemiş ve bozmayı gerektirmiştir.
4-Boşanma yüzünden yoksulluğa düşecek olan taraf, kusuru daha ağır olmamak koşuluyla geçimi için diğer taraftan mali gücü oranında süresiz nafaka isteyebilir (TMK m. 175/1). Davacı-davalı kadın boşanmaya sebebiyet veren olaylarda davalı-davacı erkeğe göre ağır kusurlu olup, kadın yararına yoksulluk nafakasının koşulları oluşmamıştır. Bu nedenle, kadının yoksulluk nafakası talebinin reddi gerekirken, yazılı şekilde kabulü doğru olmayıp bozmayı gerektirmiştir.
SONUÇ: Yukarıda (1.) bentte gösterilen sebeplerle davalı-davacı erkeğin temyiz dilekçesinin REDDİNE; (2.) bentte gösterilen sebeplerle hükmün ONANMASINA; (3.) ve (4.) bentlerde gösterilen sebeple bölge adliye mahkemesi kararının KALDIRILMASINA, ilk derece mahkemesi kararının BOZULMASINA, temyiz peşin harcının istek halinde yatırana geri verilmesine, dosyanın ilk derece mahkemesine, karardan bir örneğinin ilgili bölge adliye mahkemesi hukuk dairesine gönderilmesine oybirliğiyle karar verildi. 19.12.2019

Alacağını alamayan işçi, istifa ederse tazminat alabilir

Maaş ve sair alacaklarının olduğunu öne süren işçi, istifa etti; ancak işverenden kıdem tazminatını alamadı. İşçi alacak davası açtı, davaya son noktayı koyan Yargıtay; işçinin maaş, prim, fazla mesai ücretinin ödenmemesi halinde haklı fesih yoluyla istifa edebileceğini ve kıdem tazminatı alabileceğine hükmetti.

Milyonlarca çalışanı ilgilendiren karar Yargıtay 22. Hukuk Dairesi’nden geldi.

Usta öğreticisi olarak çalışan işçi, ücret alacaklarının ödenmediği gerekçesiyle istifa etti.

İşverenden ücret alacaklarını, fazla mesai ve kıdem tazminatını talep eden işçi, hakkını alamayınca İş Mahkemesi’nin yolunu tuttu. İş sözleşmesini haklı olarak feshettiğini belirten işçi, kıdem tazminatı ile birlikte bir kısım işçilik alacaklarının davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etti. Davalı işveren avukatı ise davacının çalışmasının istifa ile sona erdiğini öne sürdü. Mahkeme davanın kısmen kabulüne hükmetti. Kararı taraf avukatları temyiz etti.

İşçinin emeğinin karşılığı olan ücretin işçi için en önemli hak, işveren için de en temel borç olduğunun hatırlatıldığı Yargıtay kararında; 4857 sayılı İş Kanunu’nun 32/4. maddesinde ücretin en geç ayda bir ödeneceğinin hüküm altına alındığı vurgulandı.

Bu durumun aksi bireysel ya da toplu iş sözleşmesinde kararlaştırılmadığı sürece işçinin ücreti bir ay çalışıldıktan sonra ödenmesi gerektiği dile getirildi. Ücreti ödenmeyen işçinin bu ücretini işverenden dava ya da icra takibi gibi kanuni yollardan talep etmesinin mümkün olduğunun belirtildiği kararda şu ifadelere yer verildi:

“Ücreti ödenmeyen işçinin alacağı konusunda takibe geçmesi ya da ücreti ödeninceye kadar iş görme edimini yerine getirmekten kaçınması, iş ilişkisinin devamında bazı sorunlara yol açabilir. Bu bakımdan, işverenle bir çekişme içine girmek istemeyen işçinin, haklı sebebe dayanarak iş sözleşmesini feshetme hakkı da tanınmıştır.

İşçinin ücretinin kanun veya sözleşme hükümlerine göre ödenmemesi işçiye bu imkanı verir. Ücretin hiç ya da bir kısmının ödenmemiş olması bu konuda önemsizdir. İkramiye, primi, yakacak yardımı, giyecek yardımı, fazla mesai, hafta tatili, genel tatil gibi alacakların da ödenmemesi işçiye haklı fesih imkanı verir.”

Davacı işçinin geçirdiği trafik kazası sonrası aldığı rapor doğrultusunda işe gelmediğine dikkat çekilen kararda;

“Somut uyuşmazlıkta, ihtarname ile raporlu olarak işe gelmediğini, ücretlerinin ödeneceğinin belirtilmesine rağmen ödenmediğini beyan etmiştir. İş Kanunu’ndan ve iş sözleşmesinden dolayı hak ettiği mali hak ve alacaklarının ödenmemesi nedeniyle iş sözleşmesini haklı nedenle feshettiğini belirterek ödenmesini talep etmiştir. Yargılama aşamasında da, davacının talep konusu fazla mesai ve ulusal bayram genel tatil alacaklarına hak kazandığı anlaşılmıştır.

Mahkemenin kıdem tazminatı ödenmemesi yönündeki kararı yasaya aykırıdır. Zira fesih tarihinde davacı işçinin ödenmeyen işçilik alacaklarının bulunduğu anlaşılmakla, başka bir anlatımla haklı fesih nedeninin devam ettiği görülmekle hak düşürücü süre işlemeyecektir. Ayrıca davacı ödenmeyen bir kısım işçilik alacaklarının ödenmesini söz konusu ihtarname ile talep etmiş, bu alacakların bir kısmının ödenmediği Mahkemece de kabul edilmiştir.

Bu sebeple iş sözleşmesini davacının haklı nedenle feshettiğinin kabulü ile kıdem tazminatı talebinin hüküm altına alınması gerekirken yanılgılı değerlendirme ile yazılı şekilde reddi hatalı olup bozmayı gerektirmiştir. Kararın oy birliği ile bozulmasına hükmedilmiştir” denildi.

Kıdem tazminatının gününde ödenmemesi durumunda faiz başlangıcının fesih tarihi olması gerektiği

Yargıtay 9. Hukuk Dairesi         2016/23853 E.  ,  2020/8098 K.

Taraflar arasında görülen dava sonucunda verilen kararın, temyizen incelenmesi taraflar vekillerince istenilmekle, temyiz taleplerinin süresinde olduğu anlaşıldı. Dava dosyası için Tetkik Hakimi … tarafından düzenlenen rapor dinlendikten sonra dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:
Y A R G I T A Y K A R A R I
Davacı İsteminin Özeti:
Davacı vekili, müvekkilinin 02/11/2001-31/01/2014 tarihleri arasında hemşire olarak davalılar nezdinde çalıştığını, davalılar arasında asıl işveren-alt işveren ilişkisi bulunduğunu, iş sözleşmesinin belirli süreli sürenin sona ermesi gerekçesi ile 31.01.2014 tarihinde iş sözleşmesinin haksız şekilde sona erdirildiğini, daha öncesinde de benzer gerekçe ile işten çıkarılması üzerine açılan işe iadeye ilişkin davada davacının işe iadesine karar verildiğini; ancak işe başlatılmasından kısa süre sonra aynı gerekçe ile işten çıkartılmasının haksız olduğunu ileri sürerek kıdem ve ihbar tazminatı alacaklarının hüküm altına alınmasını talep etmiştir.
Davalı Cevabının Özeti:
Davalı … Belediyesi, davacının müvekkili kurumun işçisi olmadığını, bu sebeple taraflarına husumet yöneltilemeyeceğini ileri sürerek davanın reddini talep etmiştir.
Davalı … Bilgi Yönetimi … Ltd. Şti. ve … Eğitim Organizasyon … Ltd. Şti. vekili, davacının alacaklarının zamanaşımına uğradığını, davacının belirli süreli iş sözleşmesi ile istihdam edildiğini, hizmet alım sözleşmesinin süresinin sona ermesi nedeni ile iş sözleşmesinin feshedildiğini, davacının bu nedenle talep konusu alacaklara hak kazanamadığını ileri sürerek davanın reddini talep etmiştir.
Mahkeme Kararının Özeti:
Mahkemece, toplanılan deliller ve bilirkişi raporuna dayanılarak davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
Temyiz:
Karar süresi içerisinde taraf vekilleri tarafından temyiz edilmiştir.
Gerekçe:
1-Dosyadaki yazılara toplanan delillerle kararın dayandığı kanuni gerektirici sebeplere göre ve özellikle; … Büyükşehir Belediyesi Darülacize Müdürlüğünün tüzel kişiliği bulunmadığından husumetin … Büyükşehir Belediye Başkanlığına yöneltilmesi ve karar başlığında … yazılması gerekirken, … Büyükşehir Belediyesi Darülacize Müdürlüğü hasım gösterilerek sonuca gidilmesi hatalı ise de, dava ve duruşmalara … vekilinin katıldığı anlaşılmakla taraf teşkili sağlandığından bahsi geçen husus mahallinde düzeltilebilir maddi hata kabul edilerek, davalıların tüm, davacının aşağıdaki kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yerinde değildir.
2. Karar tarihinde yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesinin “Avukatlık ücretinin aidiyeti, sınırları ve ortak veya değişik sebeple davanın reddinde davalıların avukatlık ücreti” başlıklı 3. maddesinin 2. bendinde birden fazla davalı aleyhine açılan davanın reddi halinde ret sebebi ortak olan davalılar lehine tek, ret sebebi ayrı olan davalılar lehine ise her ret sebebi için ayrı ayrı vekalet ücretine hükmolunacağı belirtilmiştir. Mahkemece davalılar arasında asıl işveren alt işveren ilişkisi bulunduğu kabul edilerek, hükmedilen alacakların davalılardan müştereken müteselsilen tahsiline karar verilmiştir. Buna karşılık, ek raporda davalı tarafça yapılan ödemelerin mahsubu dolayısıyla bir kısım işçilik alacakların reddi ile davanın kısmen kabulüne karar verilmiş olup; ret sebebi ortak olan davalılar lehine tek vekalet ücretine hükmedilmesi gerekirken bu husus dikkate alınmaksızın, davalılar vekillerinin her biri için yürürlükte bulunan avukatlık asgari ücret tarifesi gereğince hesap edilen 1.800,00’er TL vekalet ücretine hükmedilmesi hatalı olmuştur.
Öte yandan, 4857 sayılı İş Kanunu’nun 120. maddesi yollamasıyla, halen yürürlükte bulunan mülga 1475 sayılı İş Kanunu’nun 14. maddesinin onbirinci fıkrası hükmüne göre, kıdem tazminatının gününde ödenmemesi durumunda faiz başlangıcının fesih tarihi olması gerektiğinden dava dilekçesinde talep edilen kıdem tazminatı miktarına dava tarihinden faiz işletilip, ıslah edilen kıdem tazminatı tutarı yönünden fesih tarihinden itibaren faize hükmedilmesi de hatalı olmuştur.
Yukarıda bahsedilen hususlar bozma sebebi ise de, yeniden yargılamayı gerektirmediğinden hükmün 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun geçici 3. maddesi uyarınca uygulanmasına devam olunan mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 438/7. maddesi uyarınca aşağıda belirtilen şekilde düzeltilerek onanması uygun bulunmuştur.
Sonuç:
Yukarıda açıklanan nedenlerle;
Hüküm fıkrasının 1’inci bendinde yer alan, “1- Kıdem tazminatına yönelik davanın kısmen kabülü ile, 15.762,03 TL net kıdem tazminatı alacağının talep gibi 100 TL sinin dava tarihinden bakiyesinin fesih tarihinden itibaren işleyecek en yüksek mevduat faizi ile birlikte,” şeklindeki ibarelerin çıkartılarak yerine, “1- Kıdem tazminatına yönelik davanın kısmen kabülü ile, 15.762,03 TL net kıdem tazminatı alacağının fesih tarihinden itibaren işleyecek en yüksek mevduat faizi ile birlikte,” ibarelerinin yazılmasına;
Hüküm fıkrasının 5’nci bendinde yer alan “5-Davanın red edilen miktarı yönünden avukatlık asgari ücret tarifesi uyarınca takdir edilen 1.800,00 er TL vekalet ücretinin davacıdan alınarak davalılara ödenmesine, ” şeklindeki ibarelerin çıkartılarak yerine “Davanın red edilen miktarı yönünden avukatlık asgari ücret tarifesi uyarınca takdir edilen 1.800,00 TL vekalet ücretinin davacıdan alınarak davalılara verilmesine” ibarelerinin yazılmasına ve hükmün bu şekilde DÜZELTİLEREK ONANMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde davacıya iadesine, aşağıda yazılı temyiz giderinin temyiz edenlerden davalı …’na yükletilmesine, 16.09.2020 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

İdari yargı kararı üzerine sözleşmenin haksız feshi nedeniyle uğranılan müspet ve menfi zararların tahsili

Yargıtay 15. Hukuk Dairesi         2020/1557 E.  ,  2020/2455 K.


Yukarıda tarih ve numarası yazılı olan Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi’nce verilen kararın temyizen taraf vekillerince istenmiş ve temyiz dilekçelerinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla dosyadaki kağıtlar okundu gereği konuşulup düşünüldü:
– K A R A R –
Dava, eser sözleşmesinden kaynaklanmakta olup, idari yargı kararı üzerine sözleşmenin haksız feshi nedeniyle uğranılan müspet ve menfi zararların tahsili istemine ilişkindir.

İlk derece mahkemesince Kamu İhale Sözleşmeleri Kanunu’nun 24. maddesi uyarınca hesaplatılan müspet zararla ilgili istemin kısmen kabulüne dair verilen karara karşı taraf vekillerince istinaf kanun yoluna başvurulması üzerine tarafların istinaf başvurularının ayrı ayrı esastan reddine dair verilen kararı taraf vekillerince temyiz edilmiştir.
1-Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle yasaya uygun gerektirici nedenlere ve özellikle HMK 355. maddedeki kamu düzenine aykırılık halleri resen gözetilmek üzere istinaf incelemesinin, istinaf dilekçesinde belirtilen sebeplerle sınırlı olarak yapılacağı kuralına uygun biçimde inceleme yapılıp bir isabetsizlik bulunmaksızın karar verilmiş olmasına, dava şartları, delillerin toplanması ve hukukun uygulanması bakımından da hükmün bozulmasını gerektirir bir neden bulunmamasına göre taraf vekillerinin aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan diğer temyiz itirazları yerinde görülmemiş, reddi gerekmiştir.
2-Davacı yüklenici davalı iş sahibi olup yapılan ihale sonucunda taraflar arasında … ili … ilçesi … Mah. 685 ada 27 parsel üzerinde Sosyal ve Kültürel Hizmet Binası İnşaatı için anahtar teslim götürü bedelli 18.05.2011 tarihli sözleşme imzalanmıştır. İnşaat yapılacak parselin sahibi dava dışı …’nin davalı … aleyhine açtığı dava sonucunda … 1. İdare Mahkemesi’nin 2013/463 Esas 2013/1052 Karar sayılı ilamı ile ihalenin dayanağı olan işlemin iptâline karar verilmiş, bu karar üzerine davalı iş sahibi belediye 18.12.2014 tarihli yazısı ile sözleşmeyi feshetmiştir. Uyuşmazlık, sözleşmenin davalı tarafından feshedilmiş olmasından doğmuştur. 6098 sayılı TBK 112. maddesi hükmünce borç hiç veya gereği gibi ifa edilmezse borçlu kendisine hiçbir kusurun yüklenemeyeceğini ispat etmedikçe alacaklının bundan doğan zararını gidermekle yükümlüdür. Bunun sonucu olarak yüklenicinin sözleşmenin haksız feshi halinde sözleşmenin ifa olunacağına güvenerek yaptığı masraflar ve kâr kaybını istemesi mümkündür. Ancak davalı iş sahibi kesinleşen idari yargı kararı uyarınca sözleşmeyi feshetmek zorunda kaldığını savunmaktadır. Az yukarıda da açıklandığı üzere idare mahkemesinin ihalenin dayanağı olan işlemin iptâline dair kesinleşen kararına uyulmak suretiyle sözleşmenin feshedildiği ve feshin subjektif imkansızlık sonucu olduğu anlaşılmaktadır. 6098 sayılı TBK 136. maddesi hükmüne göre davalı iş sahibi açısından yargı kararı sonucu edimin ifasının imkansız hale gelmesi nedeniyle fesihte TBK 112. maddesine göre davalının kusursuz olduğu açıktır. İfa imkansızlığında kusurun bulunmaması halinde TBK 136/II. maddesi hükmünce borcundan kurtulan davalı almış olduğu şeyleri sebepsiz zenginleşme hükümleri uyarınca geri vermekle yükümlü olup henüz kendisine ifa edilmemiş olan edimi isteme hakkını kaybetmiştir. Sözleşme dava dışı 3. kişinin idare mahkemesine açtığı dava sonucu işlemin idari yargı kararı ile iptâl edilmiş olması üzerine davalı tarafça feshedilmiş olup, davacıya kusur izafe edilmediği gibi davalı da yargı kararına uyma zorunluluğu nedeniyle sözleşmeyi feshettiği fesihte kusurlu olmadığı ve kusursuz imkânsızlık nedeniyle davacının müspet zararlarından sorumlu tutulamayacağından davacı yüklenicinin müspet zarar kapsamında kâr kaybını talep etmesi mümkün değildir. Menfi zarar kapsamında yapıp da ödenmeyen iş ve imalât bedeli, noter masrafı, damga vergisi, teminat mektubu için yapılan masraf, faiz ve komisyonları isteyebilir. Bu durumda mahkemece HMK’nın 31. maddesi hükmü gereğince hakimin davayı aydınlatma ödevi kapsamında davacının talep ettiği toplam 200.000,00 TL içinde menfi zarar kapsamında dava dilekçesinin 3. sayfa 4/a,b,c, müspet zarar kapsamında 5. maddesinde istediği yoksun kalınan kâr için ne miktarda talepte bulunduğu açıklattırılarak konusunda uzman bilirkişiden davacının isteyebileceği menfi zarar kapsamındaki alacak miktarı konusunda gerekçeli ve denetime elverişli rapor alınıp değerlendirilerek davanın sonuçlandırılması ve kurulacak yeni hükümde tarafların haklılık durumuna göre harç, yargılama gideri ve vekâlet ücretine hükmedilmesi gerekirken yanlış değerlendirme ve eksik inceleme ile ilave işler, iş eksilişi ve işin tasfiyesi halinde uygulanması gereken Kamu İhaleleri Sözleşmeleri Kanunu’nun 24. maddesine göre hesaplama yapan bilirkişi raporuna itibar edilerek davanın kısmen kabulü ve istinaf talebinin reddi doğru olmamış, kararın bozulması uygun bulunmuştur.

SONUÇ: Yukarıda 1. bentte açıklanan nedenlerle tarafların diğer temyiz itirazlarının reddine, 2. bent uyarınca kabulü ile … Bölge Adliye Mahkemesi 1. Hukuk Dairesi kararının kaldırılarak ilk derece mahkemesi hükmünün taraflar yararına BOZULMASINA, ödenenden 5766 sayılı Kanun’un 11. maddesi ile yapılan değişiklik gereğince Harçlar Kanunu 42/2-d maddesi uyarınca alınması gereken 267,80 TL Yargıtay başvurma harcının mahsup edilerek, varsa fazla alınan temyiz harcının temyiz eden davacıya, 267,80 TL Yargıtay başvurma harcının mahsup edilerek, varsa fazla alınan temyiz harcının temyiz eden davalıya iadesine, 6100 sayılı HMK 373. madde hükümleri gözetilerek dosyanın ilk derece mahkemesine, karardan bir örneğin ise Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi’ne gönderilmesine, 16.09.2020 gününde oybirliğiyle karar verildi.

×